Yazılı Yargılama Usulünde Yargıtay Kararları

34
Yazılı Yargılama Usulünde Yargıtay Kararları
Yazılı Yargılama Usulünde Yargıtay Kararları

Yazılı Yargılama Usulünde Yargıtay Kararları

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2021/5933 E., 2021/2240 K.

Davacı davalıdan lazer epilasyon hizmeti aldığını ve vadesi gelen iş bedelinin bir kısmını ödediğini, vücudunda yanıklar oluşmaya başladığını, başvurduğu doktorun yanıkların lazer epilasyondan kaynaklandığını belirttiğini, sözleşmeyi feshettiğini ve iş bedelinin iadesini talep etmesine karşın davalının bu talebini yerine getirmediğini, bunun üzerine tüketici hakem heyetine başvurduğunu, ancak başvurusunun reddedildiğini, hakem heyeti kararının iptalini, sözleşmeden döndüğünü ve ödediği bedelin davalıdan tahsilini, davanın kabulünü talep etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin edimlerini sözleşmeye uygun olarak yerine getirdiğini, ayıplı bir hizmetin söz konusu olmadığını, hakem heyeti dosyasında alınan raporlarda izlerin geçici ve olağan sonuçlar olduğunun belirtildiğini, davacının hizmeti almasının üzerinden uzun zaman geçtiğini ve iyiniyetli olmadığını, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, tarafların yokluğunda HMK 320/1. madde gereği dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu davanın kabulüne, sözleşmenin feshi ile iş bedelinin davalıdan tahsiline, hakem heyeti kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir. Siirt 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin Tüketici Mahkemesi Sıfatı ile baktığı davada, hakem heyeti kararının iptali istemi bakımından 6502 sayılı Kanun 70/5 bendi uyarınca ve iş bedelinin iadesi istemi bakımından ise miktar itibariyle kesin olarak verilen 22.10.2020 tarih ve 2020/3 esas, 2020/11 karar sayılı kararın 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 363. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması amacıyla Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz isteğinde bulunulmuştur. Adalet Bakanlığı başvurusunda, taraflar usulüne uygun olarak duruşmaya tebliğ edilmeden ve tarafların herhangi bir mazereti dahi bulunmamasına rağmen ön inceleme ve tahkikat duruşmasının yapıldığı, devamında aynı celse karar verildiği, bu haliyle kararın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesine aykırı olduğu itirazlarında bulunmuştur. Tüketici mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır (6502 sayılı Kanun m.73/4). Basit yargılama usulünde ise yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri basitleştirilmiştir. HMK’nin 320/1. maddesinde “mahkeme mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar vereceği” belirtilmişse de bunun ancak ön inceleme aşamasında ve “mümkün olan hallerde” olduğu belirtilmek suretiyle yasanın uygulama alanı dar bir çerçeve ile belirlenmiştir. Eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse, taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir (m. 320/1). Yerel mahkemece, dosya kapsamında tüketici hakem heyeti dosyasının celp edildiği, davalı yüklenicinin uyguladığı lazer epilasyon işlemi dosyası, taraflar arasındaki sözleşme ve gerekli belgelerin toplandığı, davalı vekilinin de süresinde cevap dilekçesi verdiği anlaşılmış olduğundan, bu hali ile 6100 sayılı HMK’nin 320/1 maddesi hükmüne göre yerel mahkeme, tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verebilecektir. Yerel mahkemece, usul ve yasaya uygun olarak karar verildiği anlaşıldığından, davalı tarafın hukuki dinlenilme hakkının bu gerekçe ile kısıtlandığından söz edilemez. Açıklanan sebeplerle, kanun yararına temyiz başvurusunun reddine karar vermek gerekmiştir.


 

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2018/22-422 K. 2018/1024 T. 9.5.2018

• YILLIK İZİN ALACAĞI ( Yargılama Sırasında Sunulmayan Ancak Temyiz Dilekçesi Ekinde İbraz Edilen Yıllık İzin Belgelerinin Dikkate Alınmamasına İlişkin Direnme Kararının Yerinde Olduğu )

• TEMYİZ DİLEKÇESİ EKİNDE BELGE SUNMA ( Yıllık İzin Alacağı – Temyiz Aşamasında Sunulan Belgelerin Nazara Alınamayacağı )

• YARGILAMA SIRASINDA SUNULMAYAN BELGE ( Temyiz Dilekçesi Ekinde İbraz Edilen Yıllık İzin Belgelerinin Dikkate Alınmamasına İlişkin Direnme Kararının Yerinde Olduğu – Hukuk Davasında Mahkemenin Taraflarca HMK Gereğince Verilen Süreler İçerisinde Sunulan Belgelere Göre Karar Vereceği ) 4857/m.59 1086/m.188

ÖZET : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece yapılan yargılama sırasında sunulmayan ancak mahkemenin kısmen kabul kararı üzerine davalı vekili tarafından temyiz dilekçesine ek olarak verilen dilekçe ekinde ibraz edilen yıllık izin belgelerinin, yıllık izin alacağının hesabında dikkate alınıp alınmayacağı ile bu hususta davacının isticvabının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. Temyiz aşamasında sunulan belgelerin nazara alınamayacağı yönündeki direnme kararı yerinde olup, Özel Dairece davalı vekilinin hüküm altına alınan yıllık izin alacağının miktarına yönelik temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 13. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.09.2012 gün ve 2010/332 E., 2012/745 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 15.11.2013 gün ve 2012/27995 E., 2013/24715 K. sayılı kararı ile; “Davacı İsteminin Özeti: Davacı, kamyon şoförü olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile, izin, hafta ve genel tatil alacaklarını istemiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davacının iş talimatlarına uymadığını, devamsızlık yapmayı alışkanlık haline getirmesi sebebi ile haklı sebeple iş sözleşmesinin feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle kıdem, ihbar tazminatının kabulüne hak kazandığı halde ödenmeyen izin ve genel tatil alacağının kabulüne, çalıştığını ispatlayamadığı için hafta tatilinin reddine karar verilmiştir. Temyiz: Kararı davalı temyiz etmiştir. Gerekçe: 1- )Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- ) Taraflar arasında, izin alacağı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Davacı 12.04.1996- 25.02.2010 tarihleri arasında kamyon şoförü olarak çalıştığını, yıllık izinlerinin kullandırılmadığını ileri sürmüştür. Davalı taraf davacının herhangi bir hak ve alacağı bulunmadığını savunmuştur. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporu doğrultusunda tüm hizmet süresi üzerinden 236 gün karşılığı 10439,07 TL izin alacağının bulunduğu, davalı tarafından kullandırıldığı veya ödendiği ispatlanamadığı gerekçesi ile kabulüne karar verilmiştir. Yıllık izin kullanımına dair 1999-2006 yılları arası imzalı izin defterinin davalı vekilince temyiz dilekçesiyle birlikte sunulduğu görülmektedir. Bir hakkın mevcut olmadığına, sona erdiğine dair belgelerin yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gereklidir. Bu sebeple sözkonusu izin defteri davacı taraf isticvap edilerek gösterildikten sonra mahkemece değerlendirilmesi zorunlu olup kararın bu yönden bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin 12.04.1996 tarihinde davalı nezdinde çalışmaya başladığını, 2006 yılında emekli olduğunu ancak çalışmaya devam ettiğini, işine son verilmesine rağmen haklarının ödenmediğini ileri sürerek işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili davacının ailevi sorunlarının işe yansıması, devamsızlık yapması ve talimatlara uymaması sebebiyle iş sözleşmesinin feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatlarının ödendiğini, davacının hafta tatili ve genel tatillerdeki çalışması ile yıllık izin ücreti alacağına yönelik taleplerinin yerinde olmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davacının iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiği, davacının kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücretinin ödendiği davalı tarafça ispatlanamadığından bu alacağa hak kazandığı, genel tatil alacağının da kabulünün gerektiği ancak hafta tatili alacağı ispatlanamadığından reddinin gerektiği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece yıllık izin ücreti açısından ispat külfetinin işverende olduğu, izinlerin kullandırıldığının ancak yazılı delille ispat edilebileceği, bunun dışında işverenin davada ispat yolu olarak kullanabileceği tek delilin yemin delili olduğu ancak eldeki davada bu delille dayanılmadığı, taraflarca hazırlanma ilkesinin geçerli olduğu davalarda mahkemenin tarafların göstermediği delillere ve ibraz etmedikleri belgelere dayalı olarak karar veremeyeceği, mahkemece yapılan tebligat üzerine davalı tarafın verdiği savunma dilekçesinde yıllık izin ücreti istemi ile ilgili izinlerin kullandırıldığı savunmasını yaptığı ve delil olarak iş yeri kayıtlarını gösterdiği, düzenli olarak tutmak zorunda olduğu iş yeri dosyasını ve savunmasını dayandırdığı belgeleri de dosyaya sunduğu, bunların arasında sonradan sunulan izin belgelerinin bulunmadığı, işverenlere ellerindeki belgeleri sunmaları için süre tanıdıktan sonra karar verilmeden önce yeniden ödeme belgesi bile olsa delil sunma imkânının tanınması iş hukukuna hakim olan işçi yararına yorum ilkesine, usul kurallarına ve adil yargılanma hakkına aykırı olduğu, süresi içerisinde belgeleri sunmayan tarafın artık mevcut duruma göre verilecek karara uymak zorunda olduğu, aksi takdirde yargılama yapılıp tanıklar dinlendikten, bilirkişi raporu alındıktan sonra yeniden belge sunmanın davayı en baştaki aşamasına getirerek hakkın gecikmesine olanak sağlayacak bir davranış olarak değerlendirilmesi ve bu işlemlere izin verilmemesi gerektiği, karar verildikten sonra bu tip belgelerin sunulmasının ise daha vahim sonuçlar doğuracağı, bu belgelere itibar edilerek daha önce verilen kararın bozulması hâlinde aynı şekilde hakkın gecikmesine sebebiyet verileceği ve yargıya olan güvenin de sarsılacağı, karşı oyda yazılı olan sebeplere katılmak gerektiği belirtilerek ve önceki gerekçeler de eklenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: mahkemece yapılan yargılama sırasında sunulmayan ancak mahkemenin kısmen kabul kararı üzerine davalı vekili tarafından temyiz dilekçesine ek olarak verilen dilekçe ekinde ibraz edilen yıllık izin belgelerinin, yıllık izin alacağının hesabında dikkate alınıp alınmayacağı ile bu hususta davacının isticvabının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24-33. maddelerinde “Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler” başlığı altında medeni yargı alanında geçerli ilkeler düzenlenmiştir. Bu ilkelerden, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesinde yer alan “Taraflarca getirilme ilkesi” şu şekilde ifade edilmiştir: “ ( 1 ) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. ( 2 ) Kanunda belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.” Bu ilkenin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dahildir ( m. 25/2 ). Dava malzemesinin taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceğiyle ilgili bir ilkedir. Buna göre, hâkim kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir. Dava malzemesinin başlangıçta yığılması olarak da ifade edilen teksif ilkesine göre ise taraflar, iddia ve savunmalarını, yargılamanın belirli bir aşamasına kadar ileri sürmek durumdadırlar; bundan sonra kural olarak, yeni bir vakıa getirilemez. Bu tür bir ilkenin sebebi, davada tahkikata konu olacak vakıaların belirli bir zaman kesitine kadar ortaya konulması ve tahkikatın bu konulara yoğunlaştırılmasıdır. Yargılamanın her aşamasında yeni vakıaların serbestçe ileri sürülebilmesi, yargılamanın sağlıklı şekilde ve makul sürede yapılabilmesine engel olur. Çünkü her yeni vakıa, inceleme gerektireceği için bunların sınırsızca ve her zaman ileri sürülmesi tahkikatın genişlemesine yol açar ( Arslan, R./Yılmaz, E./Taşpınar Ayvaz S.: Medenî Usul Hukuku, Ankara 2017, s. 157 ). Teksif ilkesi 6100 Sayılı HMK’da “Yargılamaya Hâkim Olan İlkeler” arasında düzenlenmemekle birlikte, Kanun’un 141. maddesinde “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” adı altında karşılık bulmaktadır. Anılan maddeye göre, yazılı yargılama usulünde taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilmez. Bilindiği üzere 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK ) döneminde iş mahkemelerinde 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesine göre sözlü yargılama usulü uygulanmakta iken ( 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 20/3. maddesi uyarınca işe iade davalarında seri yargılama usulü uygulanmakta iken ) , 6100 Sayılı HMK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte Kanun’un 316 ve 447/1. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, iş mahkemelerinin görevine giren tüm dava ve işlerde basit yargılama usulü uygulanmaya başlamıştır. 1086 Sayılı HUMK döneminde sözlü yargılama usulünün uygulandığı davalarda, tarafların iddia ve savunmalarını bildirdikten sonra hâkimin tarafların delillerini bildirmelerini ve göstermelerini isteyeceği, bu çerçevede bir süre verebileceği, ( HUMK m. 486, 479 ) ancak tarafların tahkikat bitinceye kadar delil ibraz edebileceği ( m. 482, c. 3 ), iddia ve savunmayı genişletme ve yasağının tarafların ilk duruşmada iddia ve savunmalarını ileri sürmeleri ile başlayacağına ( m. 482, c. 1, c. 2 ) dair hükümlere yer verilmiş; 6100 Sayılı HMK’da ise basit yargılama usulüne göre görülen davalarda tarafların, dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorunda oldukları düzenlenmiştir ( m. 318 ). 6100 Sayılı HMK’nın 319’uncu maddesinde, basit yargılama usulüne tabi davalarda iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı, davacının davanın açılması ( m. 322 uyarınca m. 118 ) anından itibaren iddiasını, davalının ise cevap dilekçesini mahkemeye verdiği ( m. 322 uyarınca 126 ) andan itibaren savunmasını genişletemeyeceği şeklinde düzenlenmiştir. Yine 6100 Sayılı HMK’nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlıklı 145. maddesinde “Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan önce, sözlü yargılama usulünün geçerli olduğu 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu döneminde açılmış olup, yargılama devam ederken 6100 Sayılı HMK yürürlüğe girmiştir. Mahkemece yapılan yargılama neticesinde verilen kısmen kabul kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, temyiz dilekçesine ek olarak verilen dilekçe ekinde iki sayfadan ibaret yıllık izin defteri sureti eklenmiş ve eklenen bu belgeler dikkate alınarak davacıya sorulmak suretiyle değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle Özel Dairece bozulmasına karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen yıllık izin belgelerinin, yargılamanın devamı sırasında gerek davacı işçinin beyanlarında gerekse davalı işverenin savunmalarında yer almadığı, mahkemece usulüne uygun olarak verilen süreye rağmen davalı tarafça ibraz edilmediği, kaldı ki davalı işveren tarafından belgelerin yargılama aşamasında sunulmamasına yönelik bir mazeret de ileri sürülmediği gibi 12.11.2012 havale tarihli temyiz dilekçesine ek olarak verilen 04.12.2012 havale tarihli temyiz dilekçesinde açıkça bahsi geçen belgelerin “sehven” sunulmadığının belirtildiği anlaşılmıştır. Diğer taraftan yıllık izinlerin kullanıldığını gösteren belgelerin işçinin imzasını taşıması durumunda bu nitelikteki belgeler ile yıllık izinlerin kullanıldığı ortaya konulacağından, fesih ile birlikte muaccel bir borç hâline gelen yıllık izin ücreti hakkı doğmayacaktır. Bu itibarla, yıllık izinlerin kullanıldığını gösteren belgeler borcu söndüren nitelikte bir belge olmayıp, hakkın doğmadığını kanıtlayan nitelikte belgelerdir. Buna göre yasal düzenlemeler ve yıllık izin belgelerinin niteliği dikkate alındığında, davalı işverenin, kanuni süresinde sunulmayan hakkın doğmadığını gösteren yıllık izin belgelerine dayanması mümkün değildir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 25.01.2017 gün, 2015/7-1556 E., 2017/129 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında ödeme savunması niteliğindeki belgelerin her zaman dosya içerisine sunulabileceği, borcu sonlandıran bir belgenin bulunması durumunda bu hususun mahkemece değerlendirileceği, bu sebeple direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olduğu eldeki davada, yukarda açıklanan hususlara göre ve ayrıca 6100 Sayılı HMK’nın 145. maddesinde belirtilen hâllerden birinin mevcut olmadığı da dikkate alındığında, temyiz aşamasında sunulan belgelerin dikkate alınmaması gerektiği, öte yandan bozma nedenlerinin sayıldığı gerek 6100 Sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi uyarınca eldeki davada uygulanması gereken 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 428. maddesinde gerekse 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesinde temyiz aşamasında sunulan delilin bozma sebebi yapılacağına dair düzenlemenin de bulunmadığının anlaşılmasına göre, temyiz aşamasında sunulan belgelerin nazara alınamayacağı yönündeki direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel Dairece davalı vekilinin hüküm altına alınan yıllık izin alacağının miktarına yönelik temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin hüküm altına alınan yıllık izin alacağının miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 09.05.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.


 

T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2013/18660 K. 2014/2755 T. 12.2.2014

* YAZILI YARGILAMA USULÜNE TABİ DAVA (Davalı Vekilinin Yetki İlk İtirazını Havi Cevap Dilekçesi Davacıya Tebliğ Edilmeden Dosya Üzerinden Karar Verilmiş Olması Davacının Savunma Hakkının ve Hukuki Dinlenilme Hakkının Açıklama Yapma ve İspat Hakkının Dolayısı İle AİHS Md. 6’da Düzenlenen Adil Yargılanma Hakkının İhlali Niteliğinde Bulunduğu – Borçlu Olunmadığının Tespiti İstemi)

* ÖN İNCELEME AŞAMASI (Davalı Yönünden 1 Ay Süre İle Cevap Süresi Uzatım Kararı Verildiği Halde Cevap Dilekçesinin Sunulmasını Beklemeden Yetkisizlik Kararı Verilmesi – Yazılı Yargılama Usulünün 5 Aşamasından Olan Taraflarca Karşılıklı Dilekçelerin Verilmesi Aşaması Tamamlanmadan Yetki İlk İtirazının Kabulüyle Yetkisizlik Kararı Verilmesinin Doğru Görülmediği)

* BORÇLU OLUNMADIĞININ TESPİTİ İSTEMİ (Ön İnceleme Aşaması – Yazılı Yargılama Usulünün 5 Aşamasından Olan Taraflarca Karşılıklı Dilekçelerin Verilmesi Aşaması Tamamlanmadan Yazılı Şekilde Yetki İlk İtirazının Kabulüyle Yetkisizlik Kararı Verilmesinin Doğru Görülmediği/Açıklama Yapma ve İspat Hakkının İhlali)

* AÇIKLAMA YAPMA VE İSPAT HAKKI (Borçlu Olunmadığının Tespiti İstemi – Yazılı Yargılama Usulüne Tabi Davada Davalı Vekilinin Yetki İlk İtirazını Havi Cevap Dilekçesi Davacıya Tebliğ Edilmeden Dosya Üzerinden Karar Verilmiş Olması Davacının Savunma Hakkının ve Hukuki Dinlenilme Hakkının Açıklama Yapma ve İspat Hakkının İhlali Niteliğinde Olduğu)

* ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ (Yazılı Yargılama Usulüne Tabi Davada Davalı Vekilinin Yetki İlk İtirazını Havi Cevap Dilekçesi Davacıya Tebliğ Edilmeden Dosya Üzerinden Karar Verilmiş Olması Davacının Savunma Hakkının ve Hukuki Dinlenilme Hakkının Açıklama Yapma ve İspat Hakkının Dolayısı İle AİHS Md. 6’da Düzenlenen Adil Yargılanma Hakkının İhlali Niteliğinde Bulunduğu)

* YETKİSİZLİK KARARI (Borçlu Olunmadığının Tespiti İstemi – Davalı Yönünden 1 Ay Süre İle Cevap Süresi Uzatım Kararı Verildiği Halde Davalının Cevap Dilekçesinin Sunulmasını Beklemeden Temyize Konu Yetkisizlik Kararının Verilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu) 6100/m.6, 19, 27,116, 117 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi/m.6

ÖZET : Dava, borçlu olunmadığının tespitine ilişkindir. Somut olayda yazılı yargılama usulüne tabi bu davada davalı vekilinin yetki ilk itirazını havi cevap dilekçesi davacıya tebliğ edilmeden dosya üzerinden karar verilmiş olması davacının savunma hakkının ve hukuki dinlenilme hakkının (H.M.K.nın 27.md.) 2. fıkrasında yer verilen açıklama yapma ve ispat hakkının ihlali ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Kaldı ki davalı yönünden de 1 ay süre ile cevap süresi uzatım kararı verildiği halde adı geçen davalının cevap dilekçesinin sunulmasını beklemeden temyize konu yetkisizlik kararının verilmesi de usul ve yasaya aykırıdır. O halde yukarda ayrıntılı olarak açıklanan yazılı yargılama usulünün 5 aşamasından olan taraflarca karşılıklı dilekçelerin verilmesi aşaması tamamlanmadan yazılı şekilde yetki ilk itirazının kabulüyle yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı dava dilekçesinin yetki yönünden reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalı şirketin balık üretimi ve satışı yapan müvekkili firmaya balık yemi satan bir firma olduğunu, müvekkili şirketin 2008-2012 yılları arasında yetkili müdürü olan davalı B. A. Ö.’le birlikte davalı şirketin birlikte gerçekleştirdiği yolsuz işlemleriyle müvekkili şirketin sahip olduğu tüm malvarlığını kaybettiğini, davalı şirketin müvekkili şirketten mevcut alacaklarını gerçek dışı faturalarla ve ve işlemlerle çok yüksek meblağlara çekerek şirket müdürü olan diğer davalının da bu işlemlerin hepsine göz yummak suretiyle müvekkili şirketin bir borç batağına saplanmasına neden olduğunu. Milas 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı şirket müdürü tarafından açılan iflas davasında Mahkemenin 2011/594 E.-2013/15 K. sayılı kararıyla iflas kararının tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırıldığını ve müvekkili şirketin iflas durumuna son verildiğini, müvekkilinin Yunan ortağına ait şahsi çeklerinin ciro edilerek teminat amacıyla davalı şirkete verildiğini ve müvekkilinin davalıya olan borcu karşılığında 11.11.2008 tarihli 5 adet faturayla birlikte toplam 2.489.229,29 TL. bedelli balık satışı gerçekleştirildiği halde davalının teminat amacıyla aldığı çekleri iade etmediğini, ayrıca davalı şirket müdürü tarafından müvekkiline ait gerçek değeri 60.000.000 TL. Olan iki adet üretim lisans projelerinin de tüm demirbaşlarla birlikte iki ayrı sözleşmeyle davalı firmaya çok cüzi bir rakam olan 443.975 TL. Karşılığında devredildiğini, ileri sürerek şimdilik müvekkilinin 10.000 TL. borçlu olmadığının tespitine, fazla tahsilatın iadesine, müvekkilinin uğradığı zararın şimdilik 10.000 TL.’lik kısmı ile 10.000 TL. mahrum kalınan kar kaybının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı şirket vekili, müvekkili şirketin yerleşim yeri Samsun’da bulunduğundan Samsun mahkemelerinin yetkili olduğundan bahisle yetki ilk itirazında bulunmuş, H.M.K.nın 109. maddesi gereği kısmi dava açılamayacağını, davacının dilekçesine konu iddiaların ceza davası konusu olduğunu, davacı şirketin müvekkili şirketten alacaklı olmayıp halen borçlu olduğunu ileri sürerek davanın reddini istemiştir. Diğer davalı vekili ise davaya cevap süresinin uzatılmasını istemiştir. Mahkemece yapılan yargılamaya, toplanan delillere göre dava tarihi itibariyle H.M.K.nın 6/1. maddesi uyarınca davalı şirketin yerleşim yeri adresinin Samsun olduğu, davalı şirketin H.M.K.nın 19/2. maddesi uyarınca usulüne uygun olan yetki ilk itirazının kabulü gerektiği gerekçesiyle davalı şirket vekilinin yasal süresinde ileri sürdüğü yetki ilk itirazının kabulüyle dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, kararın kesinleşmesine müteakip ve talep halinde dosyanın yetkili ve görevli Samsun Asliye Ticaret Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. 6100 Sayılı H.M.K.hükümlerine göre yazılı yargılama usulünde ilk derece yargılaması beş aşamadan oluşmaktadır. Bunlar, davanın açılması ve karşılıklı dilekçelerin verilmesi, ön inceleme, tahkikat, tahkikatın sona ermesi ve sözlü yargılama ve hükümdür. Davanın açılması üzerine dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Ön incelemede öncelikle dava şartları (H.M.K.madde 114-115) ve ilk itirazlar incelenir. (H.M.K.madde 116-117). Dava şartları mevcutsa ve ilk itirazlar yerinde değilse iddia ve savunma içinden tarafların uyuşmazlık noktalarının neler olduğu belirlenir. Taraflar ön inceleme duruşmasında sulhe teşvik edilir. Ön inceleme duruşmasından sonra mahkemece hak düşürücü süreler ve zamanaşımı hakkındaki itiraz ve defiler incelenerek karara bağlanır. (H.M.K.m. 142) Mahkeme ön inceleme aşamasından sonra tahkikat işlemine gerek olmaması halinde nihai bir karar verebilir. (H.M.K.m. 138-142). Ancak mahkemenin ön inceleme aşamasında nihai karar verebilmesi için dava şartlarından birinin bulunmaması, ilk itirazların yerinde olması, hak düşürücü sürenin geçmiş olması veya zamanaşımı definin dinlenebilir olması gerekir. Mahkemece bu nedenler dışında işin esasına girilerek delillerin değerlendirilmesi sonucu bir karar verilecekse (H.M.K.nun 143 vd. maddeleri uyarınca tahkikat aşamasına geçilmeli ve özellikle H.M.K.nun 147. maddesi uyarınca taraflar tahkikat için duruşmaya davet edilmelidir. Somut olayda yazılı yargılama usulüne tabi iş bu davada davalı vekilinin yetki ilk itirazını havi cevap dilekçesi davacıya tebliğ edilmeden dosya üzerinden karar verilmiş olması davacının savunma hakkının ve hukuki dinlenilme hakkının (H.M.K.nın 27.md.) 2. fıkrasında yer verilen açıklama yapma ve ispat hakkının ihlali ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Kaldı ki davalı B. A. Ö. yönünden de 1 ay süre ile 17.9.2013 tarihinde cevap süresi uzatım kararı verildiği halde adı geçen davalının cevap dilekçesinin sunulmasını beklemeden 20.9.2013 tarihinde temyize konu yetkisizlik kararının verilmesi de usul ve yasaya aykırıdır. O halde yukarda ayrıntılı olarak açıklanan yazılı yargılama usulünün 5 aşamasından olan taraflarca karşılıklı dilekçelerin verilmesi aşaması tamamlanmadan yazılı şekilde yetki ilk itirazının kabulüyle yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istenmesi halinde iadesine, 12.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2924E. , 2018/1935K.

HMK Madde 385 Yargılama usulü

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi Taraflar arasındaki “ek tasfiye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 18.02.2016 tarihli ve 2016/30 E., 2016/100 K. sayılı kararı davalı tasfiye memuru vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.09.2016 tarihli ve 2016/6954 E., 2016/7331 K. sayılı kararı ile: “…Davacı vekili; müvekkili tarafından İstanbul 20. İş Mahkemesi’nin 2015/17 esas sayılı dosyasında hizmet tespiti davasının Beyaz Yapım Yayın Tanıtım Halkla İlişkiler ve Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti’ye karşı yöneltilmek istendiğini, ancak şirketin ticaret sicilinden terkin edildiğinin öğrenildiğini ileri sürerek Beyaz Yapım Yayın Tanıtım Halkla İlişkiler ve Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti’nin ihyasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … Sicili Müdürlüğü vekili; tasfiye sürecinde yetki ve sorumluluğun tasfiye memurunda olduğunu, müvekkilinin davanın açılmasına da sebep olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Diğer davalı tasfiye memuru ise davaya cevap vermemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davacı tarafından açılan hizmet tespiti davası nedeniyle davacının şirketin ihyasında hukuki yararı olduğu ve şirketin ihya koşullarının oluştuğu gerekçesiyle Beyaz Yapım Yayın Tanıtım Halkla İlişkiler ve Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti’nin ihyasına ve …’nun şirkete tasfiye memuru olarak atanmasına karar verilmiştir. Kararı, davalı … vekili temyiz etmiştir. Dava, tasfiye edilen şirketin ihyası ve yeniden ticaret siciline tescili istemine ilişkindir. İhya davalarının yargılanmasının HMK’nın 316. maddesinde sayılan işlerden olmaması ve TTK’da bu konuda basit yargılamaya tabi olduğuna ilişkin hüküm bulunmaması karşısında yazılı yargılama usulüne tabi olmasına rağmen basit yargılama usulü ile yargılama yapılarak sonuca varılması doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, dava dışı limited şirketin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nun 547’nci maddesi gereğince ek tasfiyesine (ihya) karar verilmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin İstanbul 20. İş Mahkemesinde açtığı 2015/17 E. sayılı hizmet tespiti davasını Beyaz Yapım Yayın Tanıtım Halkla İlişkiler ve Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti.’ye karşı yöneltilmek istendiğini, ancak şirketin ticaret sicilinden terkin edildiğini ileri sürerek TTK’nın 547’nci maddesi gereğince Beyaz Yapım Yayın Tanıtım Halkla İlişkiler ve Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin ihyasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … Sicili Müdürlüğü vekili, müvekkilinin mevzuat çerçevesinde işlem yaptığını, tasfiye sürecinde yetki ve sorumluluğun tasfiye memurunda olduğunu, müvekkilinin davanın açılmasına da sebep olmadığından yargılama giderleri ve vekâlet ücretinden sorumlu tutulamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Diğer davalı tasfiye memuru ise davaya cevap vermemiştir. Yerel Mahkemece davanın kabulü ile Tasfiye Halinde Beyaz Yapım Yayın Tanıtım Halkla İlişkiler ve Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin (542855/0 sicil no) İstanbul 20. İş Mahkemesinin 2015/17 E. devam eden davada şirketin temsili ve infaz işlemleri açısından ihyasına, davalı …’nun geçici tasfiye memuru olarak atanmasına karar verilmiştir. Davalı tasfiye memuru vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle oy çokluğuyla bozulmuştur. Bozma kararına karşı yerel mahkemece ilk karardaki gerekçeler ve bozma kararındaki muhalif görüş benimsenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı tasfiye memuru vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, eldeki davanın basit yargılama usulüne mi, yazılı yargılama usulüne mi tabi olduğu noktasında toplanmaktadır. Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler basit yargılama usulüne tabidir.” şeklindeki düzenleme ile hangi dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğu gösterilmiştir. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür. Bu yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir. Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2). HMK’nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir. Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319). HMK’nın “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320’nci maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.” Anılan madde gerekçesinde de söz edildiği üzere bu yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir. HMK’nın 320’nci maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir. Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2). Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.l). Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1). Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.07.2018 tarihli ve 2017/2-2452 E. E.2018/1295 K. sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır. Öte yandan “Çekişmesiz Yargı”nın düzenlendiği HMK’nın 382’nci maddesinin birinci bendi “Çekişmesiz yargı, hukukun, mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere uygulanmasıdır: a) İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller. b) İlgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller. c) Hâkimin resen harekete geçtiği hâller” şeklindedir. Çekişmesiz yargı işlerinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (HMK m.385/1.) Uyuşmazlık noktası esas alındığında; ek tasfiyenin çekişmesiz yargı işi olup olmadığının tespiti bakımından ek tasfiyenin düzenlendiği TTK’nın 547’nci maddesinin irdelenmesinde yarar vardır. Bu madde “Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklılar, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilirler. (2) Mahkeme istemin yerinde olduğuna kanaat getirirse, şirketin ek tasfiye için yeniden tesciline karar verir ve bu işlemlerini yapmaları için son tasfiye memurlarını veya yeni bir veya birkaç kişiyi tasfiye memuru olarak atayarak tescil ve ilan ettirir” hükmünü içermektedir. TTK’nın 1521’inci maddesinde ise “Şirket davalarında yargılama usulü” düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, ticaret şirketlerinde, ortakların veya pay sahiplerinin şirketle veya birbirleriyle şirket ortaklığından veya pay sahipliğinden kaynaklanan davalarda veya şirketin yönetim kurulu üyeleri, yöneticileri, müdürleri, tasfiye memurları ya da denetçilerine karşı açılacak davalarda basit yargılama usulü uygulanacağı açıkça belirtilmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında somut uyuşmazlığa gelindiğinde; eldeki dava TTK’nın 547’nci maddesine dayalı ve uygulamada isimlendirildiği üzere bir “ihya” davası niteliğinde olup, davanın tasfiye memuruna yöneltilmiş bulunması, diğer davalının “yasal hasım” olması ve aynı Kanun’un 1521’inci maddesi gözetildiğinde davanın niteliği uyarınca HMK’nın 316’ncı maddesi uyarınca basit yargılama usulüne tabi bulunduğu kabul edilmiştir. Bu nitelikteki davaların yazılı yargılama usulüne tabi olduğunu kabul etmenin yasal dayanağı bulunmadığı gibi, TTK’nın 1521’inci maddesine göre ana tasfiye davası basit usulde görülürken ek tasfiye davasının yazılı yargılama usulüne tabi bulunduğunu kabul etmek için bir neden de bulunmamaktadır. TTK’nın 547’nci maddesinden düzenlenen ek tasfiyenin HMK’nın 382’nci maddesinin ikinci bendinde sayılmamış olsa da, maddede sayılanların sınırlı olmadığı, örnek olarak bir kısım çekişmesiz yargı işlerinin gösterildiği, HMK’nın 382’nci maddesinde bir işin çekişmesiz yargı işi olup olmadığının tespiti için belirtilen ölçütlerden “İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller” ve “İlgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller” şeklinde belirtilen ölçütler dikkate alındığında, ek tasfiyenin çekişmesiz yargı işi olduğu anlaşılmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, eldeki davanın pay sahibi tarafından açılan bir dava olmadığı, davayı açan kişinin ek tasfiyesi talep edilen şirketten alacaklı üçüncü kişi olduğu, bu nedenle TTK’nın 1521’inci maddesinineldeki davaya uygulanamayacağı, mevcut davanın yazılı yargılama usulüne göre görülmesi gerektiği, bu nedenle Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir. S O N U Ç: Davalı tasfiye memuru vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesine göre kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.12.2018 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Dava, TTK’nın 547. maddesi uyarınca limited şirketin tüzel kişiliğinin ihyasına ilişkindir. Mahkemece basit yargılama usulüne göre yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiş, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi yazılı yargılama yapılması gerektiği gerekçesiyle oy çokluğuyla kararı bozmuştur. Direnme kararı ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, eldeki davada basit yargılama usulü mü yazılı yargılama usulü mü uygulanacağı noktasında toplanmaktadır. TTK 536 vd. maddelerinde, tasfiye işlemleri ve tasfiye memurlarının durumu düzenlenmiş olup, limited şirketlerde de TTK 643. maddede anonim şirketlere ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir. TTK 545. maddesi gereğince tasfiye memuru, tasfiye işlemlerini tamamladıktan sonra ortaklığın sicilden terkini için ticaret sicil memurluğuna başvurur ve ticaret unvanı sicilden silinir, silinme tescil ve ilân edilir. Tasfiye memurlarının, şirketin alacak ve borçlarını, tüm mal varlığını araştırarak tasfiyeyi eksiksiz tamamlaması gerekir. Davacı alacaklının, terkin edilen şirkette 28.01.2006 – 01.07.2014 tarihleri arasında sigortasız çalıştırıldığı iddiasıyla hizmet tespiti ve ücret alacağı davası açtığı anlaşılmakla, şirketin tasfiyesi 04.03.2014 tarihinde eksiksiz tamamlanmadığından, sicilden terkin edilen şirketin o davada temsili ve davanın sonucuna göre ek tasfiye işlemlerinin yapılması için şirketin tüzel kişiliğinin ihyası gerekmektedir. Nitekim, davanın görüldüğü İş Mahkemesinde davacıya bu konuda dava açması için mehil verilmiş ve eldeki dava açılmıştır. Ticaret sicil kaydına göre, limited şirketin ortaklar kurulu kararı ile 04.03.2014 tarihinde tasfiye ve terkin edildiği anlaşılmaktadır. TTK 547. maddesinde şirketin ihyası düzenlenmiş olup, bu halde yargılamada basit yargılama usulü uygulanacağına dair açık bir hüküm yoktur. HMK 316. maddesinde, kanunlarda açıkca belirtilenler dışında, basit yargılamaya tabi dava ve işler sayılmış, son bendinde diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler de basit yargılama usulüne tabi dava ve işler arasında belirtilmiştir. TTK’ da iki maddede basit yargılama usulü uygulanacak uyuşmazlık yer almıştır. TTK 546. maddede, pay sahipleri ile tasfiye memuru veya memurları arasında çıkacak uyuşmazlık hâlinde basit yargılama usulü uygulanacağı açıkca belirtilmiştir. Eldeki davada pay sahibi değil, 3. kişi alacaklının açtığı bir dava sözkonusudur, bu maddenin uygulanması sözkonusu değildir. Bir diğer madde TTK’nın 1521. maddesidir. Bu maddeye göre, ticaret ortaklıklarında ortakların veya pay sahiplerinin şirketle veya birbirleriyle şirket ortaklığından veya pay sahipliğinden kaynaklanan davalarda veya şirket yönetim kurulu üyeleri, yöneticileri, müdürleri, tasfiye memuru ya da denetçilerine karşı açılacak davalarda basit yargılama usulü uygulanır. Eldeki dava ortak sıfatını haiz olmayan alacaklı tarafından ve tasfiye memuru ile ticaret sicil memurluğuna karşı açılmış olup; bu maddede belirtilen uyuşmazlıklardan ve davanın taraflarından değildir. Ortak sıfatını haiz olmayan kişiler, özellikle alacaklılar tarafından ek tasfiye talep edilmekteyse, bu durumda yazılı yargılama usulü uygulanmak gerekir (Prof. Dr. Oruç Hami Şener- Anonim Ortaklıkta Ek Tasfiye (İhya) 2015- sayfa 92-93). HMK 382. maddede çekişmesiz yargı işleri madde gerekçesinde belirtildiği gibi mümkün olduğunca sayılarak belirtilmiştir. Ticaret Hukukundaki çekişmesiz yargı işleri HMK 382/2-e maddesinde sayılmış, şirket tüzel kişiliğinin ihyası davası maddede sayılanlar arasında yer almamıştır. Maddede önce çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu genel çerçevesi belirlenmiştir. Bunlar, ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller ve hâkimin resen harekete geçtiği hâller, ilgililerin ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâllerdir. Davadaki uyuşmazlık bu hâllerden olmayıp, HMK 385. maddede çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanacağı belirtilmiş olup, yukarıda açıklandığı üzere, ticaret sicil memurluğunun da davalı olduğu ve davacısı şirket ortağı dahi olmayan eldeki ihya davasında basit yargılama usulünün uygulanması uyuşmazlığın niteliğine de uygun değildir. Bu davada resen harekete geçilecek bir durum da yoktur. Çekişmesiz yargı kararları HMK 388. md. uyarınca, kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmezler. İşbu davada bu hâl de sözkonusu değildir. Açıklanan gerekçelerle direnme kararının bozulması görüşünde olduğumdan, çoğunluğun basit yargılama usulü uygulanacağına dair aksi görüşüne katılmıyorum.


 

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14916 Karar : 2018/12204 Tarih : 12.09.2018

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Taraflar arasında görülen davada; Davacı, dava konusu 2333 parsel sayılı taşınmazın paydaşlarından ölü … oğlu … ’nin ve mirasçılarının bulunamaması nedeniyle kayyım atandığını ve payının 10 yıldan fazla zamandır kayyımla idare edildiğini ileri sürerek TMK 588. maddesi uyarınca ölü… oğlu … mirasçılarının gaipliğine, dava konusu taşınmazdaki paylarının iptali ile … adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, herhangi bir savunma getirmemiştir. Mahkemece, dava konusu taşınmaz payına kayyım atanmasına ilişkin kararın kesinleşmediği, söz konusu payın kayyımla resmen yönetilmesine henüz başlanmadığı, taşınmazın tapu sicilinde buna ilişkin bir kayıt da bulunmadığı, her ne kadar dava konusu taşınmazın hali hazırda dava dışı kişi adına kayıtlı olduğu anlaşılsa da, TMK 588/1. maddesinde düzenlenen on yıllık kayyımla idare şartının yerine getirilmediği gerekçesiyle öncelikle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş; olmakla, Tetkik Hakimi … ’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp , düşünüldü. Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 588. maddesine göre gaiplik ve tapu iptali ile … adına tescil isteklerine ilişkindir. Mahkemece, dava konusu payın kayyımla yönetilmesine ilişkin kararın kesinleşmediği, her ne kadar dava konusu taşınmazın hali hazırda dava dışı kişi adına kayıtlı olduğu anlaşılsa da TMK 588. maddesinde düzenlenen kayyımla idare süresinin dava şartı olduğu, dolayısıyla öncelikle dava şartının gözetilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 2333 parsel sayılı taşınmazın paydaşlarından … oğlu … ’nin bulunamaması nedeniyle … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/103 esas 2004/192 karar sayılı 18/03/2004 tarihli kararı ile kayyım atanmasına karar verildiği, tapu kaydına bu hususta bir şerh verilmediği, söz konusu taşınmazın Sulh Hukuk Mahkemesi Satış Memurluğunca dava dışı … ’a satışının yapıldığı ve bu kişinin de taşınmazın tamamını 12/03/2014 tarihinde dava dışı … ’ya satış suretiyle temlik ettiği,eldeki davanın 22/09/2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, 3561 sayılı Mal Memurlarının Kayyım Tayin Edilmesine Dair Kanunun 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi nedeniyle malvarlıkları üzerinde … menfaatinin korunmasını sağlamak üzere; mahallin en büyük mal memurunun kayyım olarak atanması, yetkileri, yetki devri, kayyımlık mallarının yönetimi ve giderleri, kayyım ve görevli personele ödenecek ücretler ile diğer hususlara ilişkin usul ve esasları düzenlemektir”, aynı Kanunun 2. maddesinde ise “22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 427 nci maddesine göre, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi veya ortada bulunmayan ve miras açıldığında sağ olup olmadığı ispatlanamayan mirasçının payının resmen yönetilmesi amacıyla kayyım atanmasının gerektiği hallerde, vesayet makamı; bu kimselerin malları üzerinde Hazinenin hak ve menfaati bulunup bulunmadığını, mahallin en büyük mal memurluğundan araştırır. Hazinenin hak ve menfaatinin söz konusu olduğunun anlaşılması hâlinde, mahallin en büyük mal memurunu yönetim kayyımı tayin eder.” hükmü öngörülmüştür.4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 431. maddesi uyarınca vasinin atanması usulüne ilişkin kurallar, kayyım tayin edilmesinde de uygulanır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 382/b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanması gerektiği, 388. maddesinde kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlenmiştir. Somut olaya gelince, kayyım atanmasına ilişkin kararın çekişmesiz yargı işi olduğu ve çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlemesi karşısında kararın kesinleştirilmemiş olması nedeniyle kayyımla idare süresinin başlamayacağı sonucuna varılması doğru olmayıp; dava konusu 2333 parsel sayılı taşınmazın dava dışı kişi adına kayıtlı olduğu ve gayrımenkulün aynına ilişkin iptal tescil istekli davaların kayıt malikine karşı açılması gerektiği hususları gözetilerek bu gerekçeyle ve sonucu itibariyle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacının yerinde görülmeyen temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Harçlar Kanununun değişik 13. maddesinin j. Bendi gereğince Hazineden harç alınmasına yer olmadığına 12.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


 

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14914 Karar : 2018/12217 Tarih : 12.09.2018

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 588. maddesi uyarınca gaiplik, tapu iptali ve … adına tescil isteklerine ilişkindir. Davacı, dava konusu 872 parsel sayılı taşınmazda … çocukları … , … , … , … , … çocukları … , … , … , … , … çocukları … , … , … , … , … kızı … , … , … , … , … isimli paydaşların ve mirasçılarının bulunamaması nedeniyle kayyım atandığını ve paylarının 10 yıldan fazla zamandır kayyımla idare edildiğini ileri sürerek TMK 588. maddesi gereğince adı geçen paydaşların gaipliğine, dava konusu taşınmazdaki paylarının iptali ile … adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, herhangi bir savunma getirmemiştir. Mahkemece, dava konusu taşınmaz paylarına kayyım atanmasına ilişkin kararın kesinleşmediği, söz konusu payların kayyımla yönetilmesine henüz başlanmadığı, taşınmazın tapu sicilinde buna ilişkin bir kayıt da bulunmadığı, bu nedenle TMK 588/1. maddesi gereğince on yıllık kayyımla idare şartının yerine getirilmediği gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 872 parsel sayılı taşınmazın … çocukları … , … , … , … , … çocukları … , … , … , … , … çocukları … ve dava dışı başkaca paydaşlar adına kayıtlı olduğu, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/673 esas 2004/244 karar sayılı 30/03/2004 tarihli kararı ile dava konusu taşınmaz paylarına kayyım atanmasına karar verildiği, tapu kaydında bu hususta bir şerh bulunmadığı, eldeki davanın 26/08/2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, 3561 sayılı Mal Memurlarının Kayyım Tayin Edilmesine Dair Kanunun 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi nedeniyle malvarlıkları üzerinde … menfaatinin korunmasını sağlamak üzere; mahallin en büyük mal memurunun kayyım olarak atanması, yetkileri, yetki devri, kayyımlık mallarının yönetimi ve giderleri, kayyım ve görevli personele ödenecek ücretler ile diğer hususlara ilişkin usul ve esasları düzenlemektir”, aynı Kanunun 2. maddesinde ise “22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 427 nci maddesine göre, bir kimsenin uzun süreden beri bulunamaması veya oturduğu yerin bilinememesi veya ortada bulunmayan ve miras açıldığında sağ olup olmadığı ispatlanamayan mirasçının payının resmen yönetilmesi amacıyla kayyım atanmasının gerektiği hallerde, vesayet makamı; bu kimselerin malları üzerinde Hazinenin hak ve menfaati bulunup bulunmadığını, mahallin en büyük mal memurluğundan araştırır. Hazinenin hak ve menfaatinin söz konusu olduğunun anlaşılması hâlinde, mahallin en büyük mal memurunu yönetim kayyımı tayin eder.” hükmü öngörülmüştür. 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 431. maddesi uyarınca vasinin atanması usulüne ilişkin kurallar, kayyım tayin edilmesinde de uygulanır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 382/b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanması gerektiği, 388. maddesinde kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlenmiştir. Somut olaya gelince, kayyım atanmasına ilişkin kararın çekişmesiz yargı işi olduğu ve çekişmesiz yargı kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği düzenlemesi karşısında kararın kesinleştirilmemiş olması nedeniyle kayyımla idare süresinin başlamayacağı sonucuna varılması doğru değildir. Hal böyle olunca, işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 12.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


 

YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1201 Karar : 2017/4130 Tarih : 23.03.2017

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Dava dilekçesinde, davacının annesi …‘in yaşlı ve hasta olması sebebi ile kısıtlanması istenmiştir. Mahkemece, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 408. maddesi kapsamında yaşlılık ve hastalık sebebiyle vesayet altına alınma istemine ilişkindir. 6100 sayılı HMK.nun 33. maddesi uyarınca, olayları açıklamak taraflara, hukuki niteleme hakime aittir. Vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317. maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 320-1 maddesinde: “Mahkeme, mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Mahkemece, bu madde hükmü gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmişse de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması gerekir. Başka bir anlatımla, ancak hukukun cevaz verdiği hallerde duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet başvurusu gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez. Bilindiği üzere HMK.nun hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 Sayılı HMK’nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, mahkemece duruşma açılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulüyle, usul ve yasaya uygun bulunmayan hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, HUMK’nun 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 23.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12569 Karar : 2015/12087 Tarih : 19.10.2015

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Dava, tapu kaydında düzeltim isteğine ilişkin olup; 17.8.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yeni Tapu Sicil Tüzüğü`nün yürürlüğü zamanında 28.04.2015 tarihinde açılmıştır. Mahkemece, davalıya duruşma günü ve dava dilekçesi tebliğ edilmeksizin ve duruşma açılmaksızın dosya üzerinden inceleme yapılarak,istenen düzeltme için öncelikle Tapu İdaresine başvurulması gerektiği, böyle bir başvuru yapılmadan açılan davanın dinlenemeyeceği gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür işlerde 6100 Sayılı HMK`nun 382. maddesinin çekişmesiz yargı işlerini sıraladığı 2. fıkrasının eşya hukukundaki çekişmesiz yargı işlerini gösterdiği (ç) bendinin birinci alt bendinde açıkça “taşınmaz üzerinde taraf oluşturulmasına ve hak ihlaline sebebiyet vermeyecek düzeltmelerin yapılmasında” çekişmesiz yargı usulünün uygulanacağı ifade edilmiştir. Aynı Kanunun 385/1. maddesinin birinci fıkrasına göre, çekişmesiz yargı işlerinde, niteliğine uygun düştüğü ölçüde, basit yargılama usulü uygulanacağı ve 385/2. maddesinde ise çekişmesiz yargı işlerinde aksine hüküm bulunmadıkça resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu ve 317.maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir.Aynı Kanunun 320/1. maddesinde ise, “Mahkeme, mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Mahkemece, bu madde hükmü gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmiş ise de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması gerekir. Başka bir anlatımla ancak hukukun cevaz verdiği hallerde duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilebilir (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet davası gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez. Bilindiği üzere HMK.nun Hukuki Dinlenme Hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa`nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten de; savunma hakkını güvence altına alan T.C.Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenlerle duruşma açılmak suretiyle inceleme yapılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19565 Karar : 2016/16175 Tarih : 19.12.2016

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

… tarafından … ve …‘in boşanma kararından sonra ancak kararın kesinleşme tarihinden önce nüfusa tescil edilen çocukları …‘un velayeti hakkında karar verilmesi talep edilmiş, mahkemece duruşma açılmaksızın dosya üzerinden velayetin davalılardan baba …`a bırakılmasına karar verilmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 382/2-b-13. maddesine göre velayetle ilgili davalar bir “çekişmesiz yargı” işidir. Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (HMK m. 385/1.) Talep; boşanma kararından sonra nüfusa tescil ettirildiğinden dolayı velayet altında olmayan ….velayet altına alınmasına ilişkin olduğuna göre, talebin bir çekişmesiz yargı işi olarak basit yargılama usulüne göre incelenmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ne var ki; velayet davalarının kamu düzenini ilgilendirdiği nazara alındığında mahkemece basit yargılama usulünde duruşma yapılmaksızın da karar vermeye imkan tanıyan Hukuk Muhakemeleri Kanununun 320/1. maddesinin uygulanmasında hataya düşülmüştür. Şöyleki; davalıların ortak çocukları …. kimin velayeti altına alınması gerektiği yönünden taraflara vakıa ve olguları bildirme ve bunları kanıtlama, adil yargılama hakkı”nı da içeren “hukuki dinlenilme hakkı”nın bir gereğidir (HMK m. 27). Öyleyse: açıklanan hususlar gözetilerek, davalılara…. Müdürlüğü’nün dilekçesi tebliğ olunarak delillerini bildirmeleri için süre verilmesi, gösterdikleri taktirde taraf delillerinin toplanması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek gerçekleşecek sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hükmün tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3003 Karar : 2017/17653 Tarih : 28.12.2017

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Dava dilekçesinde küçük …`ya vasi atanması istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. Vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun, 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385.maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317.maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği, 320-1 maddesinde de mahkemenin mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar vereceği hükme bağlanmış olup; Mahkemece, 320/1 maddesi gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmiş ise de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması ve hukukun cevaz verdiği hallerinde (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya Kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı durumlarda dosya üzerinden karar verilebilir. (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet davası gibi) Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez. Bilindiği üzere HMK`nun hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 Sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, mahkemece duruşma açılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, HUMK`nun 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna 28.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/2452 Karar : 2018/1295 Tarih : 4.07.2018

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Dava, boşanma tarihinden sonra doğan çocuğun velayetinin düzenlenmesi istemine ilişkindir. Davacı (anne), davalı ile boşandıklarını, boşanma kararının verilmesinden sonra dünyaya gelen Ceren`in hâlen yanında kaldığını, davalının bir yardımı olmadığını ileri sürerek küçüğün velayetinin kendisine verilmesini ve Ceren için her ay 700,00 TL nafakaya hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, boşanma tarihinden sonra dünyaya gelen ve hâlen anne yanında kalan müşterek çocuğun velayeti anneye verilerek küçük yararına tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmiştir. Davalı (baba) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece, velayet ve nafakaya ilişkin davaların basit yargılama usulüne tabi olduğu, basit usule tabi davalarda usul ekonomisi açısından yargılamanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 320.maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılması hâlinde tamamlanmış olacağı, HMK`nın 321/1 maddesi gereğince tahkikatın tamamlanmasından sonra yargılamanın sona erdiğinin bildirilerek kararın tefhim edilmesi gerektiği, 147. maddenin yazılı usule tabi davalarda uygulanması gerektiği, tensip zaptında 01.06.2015 tarihli duruşmanın ön inceleme duruşması olduğunun belirtildiği, tanığın dinlenmesi suretiyle fiilen tahkikata geçilmiş olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı, davalı (baba) vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; velayetin düzenlemesine ilişkin davada, ön inceleme duruşmasının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve tahkikat duruşması için gün tayini ile davalıya tebligat yapılması zorunluluğunun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. HMK`nın 382/2-b-13. ve 316/1-ç maddelerine göre velayetle ilgili davalar bir “çekişmesiz yargı” işidir. Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (HMK m.385/1.) Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır. 6100 sayılı HMK`da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. 6100 sayılı HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi düzenlemesi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir. Basit yargılama usulü, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür. Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir. Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2). 6100 sayılı HMK`nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir. Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319). 6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320’nci maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.” Anılan madde gerekçesinde de söz edildiği üzere basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir. Buna göre; HMK`nın 320’nci maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir. Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2). Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.l). Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1). Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve E:2013/10-777, K:2014/396; 26.06.2013 gün ve E:2013/18-18, K:2013/891; 30.04.2014 gün ve E:2013/21-1655, K:2014/558 sayılı ilamlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, somut uyuşmazlığın incelenmesinde; mahkemece tensip zaptı düzenlendiği, tensip zaptında; davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu, dava dilekçesi ve eklerinin davalıya HMK`nın 317. maddesi gereğince tebliği, yine bu tutanağın duruşma günü ile birlikte taraflara tebliği ve 01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının yapılacağı hususlarının yer aldığı ancak davalının davaya cevap vermediği, delil bildirmediği ve ön inceleme duruşmasına da mazeretsiz olarak katılmadığı anlaşılmıştır. Öncelikle, tensip zaptına; “01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının icra edileceği” hususunun yazılması ve sözü edilen tutanağın davalıya tebliğ edilmesi karşısında duruşma zaptında “ön inceleme duruşması” ibaresinin yer almasının zorunlu olmadığı vurgulanmalıdır. Diğer taraftan ön inceleme duruşmasında mahkemece davacının beyanı tespit edilip, hazır olan tanığı da dinlenerek fiilen tahkikat aşamasına geçilmiş ve nihai hüküm kurulmuştur. Yukarıda değinildiği üzere davalı cevap vermediğine, delil bildirmediğine ve mazeretsiz olarak da ön inceleme duruşmasına katılmadığına göre mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usule aykırı bir yön bulunmadığının kabulü gerekmektedir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ön inceleme duruşmasının HMK’da belirtilen usule uygun yapılmadığı, sözü edilen Kanun`un 320. maddesi gereğince davalının tahkikat duruşmasına çağrılması gerektiği, aksi hâlde hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmiş sayılacağı, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Bu itibarla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre mahkemece verilen direnme kararı yerindedir Ne var ki, davanın esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.07.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas: 2017/1099 Karar: 2017/2923 Tarih: 02.03.2017

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Bursa Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü dava dilekçesinde, kısıtlı adayı …‘nin akıl hastalığı sebebiyle vasi atanmasını istemiş, Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Dava, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesine dayalı, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle vasi atanması talebine ilişkindir. Vesayete dair hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317. maddesinde ise davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir. HMK’nun Hukuki Dinlenme Hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesiyle düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasası’nın 36. maddesiyle 6100 Sayılı HMK’nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davanın tarafları, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, 10.02.2015 tarihinde dava açıldığı tensiple 12.08.2015 tarihine duruşma günü verildiği, vasi adayına duruşma gününün tebliğ edildiği ancak 22.06.2015 tarihinde dosyanın sürüncemede kalmaması gerekçesi ile duruşma açılıp yukarıda açıklanan yasa hükümlerine aykırı olarak tarafların yokluğunda yargılama yapılıp işin esasına girilerek davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 440/III-1, 2,, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna ve peşin harcın istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 02.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/21070 Karar: 2014/6171 Tarih: 03.04.2014

HMK 385. Madde Yargılama Usulü

Dava dilekçesinde, kısıtlı adayı A.’nin yaşlı ve yatalak olduğu, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmadığı bildirilerek, yaşlılığı ve sakatlığı nedeniyle yasal danışman atanması istenilmiştir. Mahkemece, davanın kabulü ile kısıtlı adayına yasal danışman atanmasına karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK.nun 33. maddesi6100 sayılı HMK.nun 33. maddesi uyarınca, olayları açıklamak taraflara, hukuki niteleme hakime aittir. Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 429. maddesine dayalı, yasal danışman atanması isteğine ilişkindir. Anılan maddede “Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin kişiye yasada sayılan işlerde görüşü alınmak üzere yasal danışman atanır.” hükmü öngörülmüş olup hangi işlerde danışmanın görüşüne başvurulacağı yasada tek tek sayılmıştır. Vesayete ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 382/2b-19. maddesinde vesayet işlerinin çekişmesiz yargı işi olduğu, 385. maddesinde niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 317. maddesinde ise, davalıya tebligat yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Bilindiği üzere hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C.Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 Sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, kısıtlanması istenilene tebligat yapılıp cevap imkanı tanınmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı 6217 sayılı Kanunla eklenen Geçici 3. madde gözetilerek, 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 03.04.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi.