Dava Değerini Artırım Talebinin Reddedilmesi
Kısmi davada ıslah yoluyla dava değerinin artırılması mümkündür.
Davacının, aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağının tamamı yerine şimdilik belirli bir kısmını dava edip, bakiyesini dava kapsamı dışında tutmasına kısmi dava denilmektedir. Kısmi davada yargılama sonucu ortaya çıkan miktara “tespite ilişkin bölüm” denilmekte, bu bölüm için uzun yıllar boyunca ikinci bir dava (ek dava) açılmakta iken, Anayasa Mahkemesi’nin mülga 1086 sayılı HUMK’un 87/son maddesini iptal eden 20.07.1999 tarihli 1/33 sayılı kararından sonra ıslah adı altında dava değerinin artırılması uygulamasına geçilmiş bulunmaktadır.
Uygulamada eskiden beri tam olarak miktarı bilinemeyen alacaklar için kısmi dava açılması yoluna gidilmesinin nedenlerinden birisi, eda davası açılabilen hallerde tespit davası açılamayacağına dair Yargıtay uygulamasıydı.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) yürürlüğe girmesi ile birlikte miktarı bilinemeyen alacaklar için artık tespit, belirsiz alacak davası ya da kısmi dava açılması mümkün hale gelmiştir. Miktarı bilinmeyen alacaklar için kısmi dava açılması yolu açık olduğundan ıslahla dava değerinin artırılması konusu halen güncelliğini korumaktadır.
HMK m. 109/2 hükmünün 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun2 ile mülga hale gelmesi sonrasında taraflar arasında tartışmasız ve miktarı açıkça belirli alacaklar için de kısmi dava açmak artık mümkün hale gelmiştir.
HMK m. 107’de yer alan belirsiz alacak davasının dava değerinin artırılması konusunda bütün sorunları çözdüğü söylenemez. Islahla ilgili HMK’da yer alan hükümler, dava değerinin artırılması konusunda yeterince açık ve yol gösterici hükümler içermemektedir.
Yargıtay kararlarına yansıyan ıslahla ilgili meseleler özellikle dava değerinin artırılmasının tam mı yoksa kısmi ıslah mı olduğu tartışması ve buna bağlı olarak davanın açıldığı tarih, zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi, artırılan değer için faizin hangi tarihten işlemeye başlayacağı, bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı konuları üzerinde olmuştur. Yargıtay daireleri arasında ıslahla ilgili birçok meselede tutarlı bir uygulama bulunmamaktadır.
Doktrinde, fikir ayrılığı bulunan ıslah gibi konularda, kişilerin hak kaybına uğramaması için içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesi gerekliliği haklı olarak birçok kez vurgulanmış olmasına rağmen halen bu yola gidilmemiştir.
HMK’da ise, dava değerinin artırılması özelinde, ıslahla ilgili tartışmalı olan bu konulara ilişkin açık düzenlemeler yapılması yoluna gidilmemiştir. Ancak, Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce tartışmalı olan konular arasında bulunan ıslahla zamanaşımı def’inin ileri sürülüp sürülemeyeceği hakkında ve davada tarafların değiştirilemeyeceğine yönelik m. 176 gerekçesinde açıklamalara yer verilmiştir.
Bu makalemizin konusunu ıslah yolu ile dava değerinin artırılması ve buna ilişkin ortaya çıkan bazı hukuki sorunlar oluşturmaktadır. Islahla dava değerinin artırılması doktrinde bazı yazarlarca çeşitli açılardan inceleme konusu yapılmıştır.
Amacımız, mevcut eserlerdeki konuların tekrar edilmesi olmayıp, yeterince değinilmemiş bazı hususların üzerinde durulması ve sorunlara ilişkin somut öneriler getirilmesidir.
Islah yolu ile dava değerinin artırılmasına ilişkin HMK’da açık hükümler getirilmemiş olmasının bir nedeni ise belirsiz alacak davasının getirilmesi ile meselelerin bu yolla çözümlenebileceğinin düşünülmüş olmasıdır.
Belirsiz alacak davası açma imkanı varken, kısmi dava açma yoluna giden davacının artık bu davanın taşıdığı riskleri bilerek ve göze alarak hareket edeceği beklenmektedir.
Mülga hale gelen HMK m. 109/2’de yer alan, “dava konusun miktarı taraflar arasında tartışmasız ve açıkça belirli ise kısmi dava açılmayacağını” düzenleyen hüküm karşısında, belirsiz alacak davası ve kısmi dava arasındaki ayırım net ve açık bir şekilde çizilmemiştir. Bunun bir sebebi de, belirsiz alacak davasının tasarıda olmamasına rağmen son anca meclis görüşmeleri esnasında kabul edilmiş olmasıdır.
Anayasa Mahkemesi, HMK m. 109/2 mülga hale gelmeden önce, hükmün Anayasaya aykırı olmadığına karar vermişti. Doktrinde, bu ayırımın yapılabilmesi için belirli, belirsiz ve belirlenebilen alacak şeklinde bir kategori yapılması önerilmiştir.
HMK m. 109/2’yi kaldıran Kanunun gerekçesinde, bölünebilen edimlerde, alacak görüntüsü içerisinde olsa dahi kısmi dava hakkının yasaklanamayacağı, bu konuda sayı sınırının da konulamayacağı, davanın somut niteliğine göre dürüstlük kuralına aykırılık var ise bu konuda usuli ve içtihadi boşluğun bulunmadığı (HMK m. 29, TMK m. 2, 3), HMK m. 109/2 hükmünün hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı ile çatışma içinde olduğu, tasarruf ilkesiyle de çeliştiği gerekçesiyle hükmün yürürlükten kaldırıldığı ifadelerine yer verilmiştir.
Kanun değişikliği önergesinde en çok bir defa ön kısmi dava açılması önerilmiş ise de, bu teklif kabul edilmeyerek fıkranın tümüyle yürürlükten kaldırılması kabul edilmiştir.
HMK m. 109/2’nin kaldırılması belirsiz alacak davası ile kısmi dava arasındaki ayırımın nasıl yapılacağı hakkındaki tartışmayı sona erdirmiş değildir.
Doktrinde, belirsiz alacak davasının, normal bir davadaki somutlaştırma, vakıa ve talebin belirli olması gibi hususlar yönünden eksik olduğu, davalının yargılamadaki haklarını kullanmasını, savunma yapmasını zorlaştıran, silahların eşitliği ilkesi açısından kısmen davacı lehine bir denge oluşturan niteliğe sahip olduğu ve bu nedenle de özel durumlarda açılması gereken istisnai bir dava türü olduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının bir kısmi dava olduğu görüşü de ifade edilmiştir. Bu görüşe göre, alacak belirli (likit) ise kısmi dava açılabilir, alacak belirsiz (likit değilse) ise belirsiz alacak davası açılabilir. Kısmi davada alacaklı, davalının açık muvafakati olmadan veya ıslah yoluna başvurmadan, alacağın kalan kesimini aynı davada talep edemez; belirsiz alacak davasında ise talep edebilir. İki dava arasındaki fark bundan ibarettir.
Bu hükmün mülga hale gelmesi ile birlikte artık her türlü alacak için belirli ya da belirsiz olup olmadığına bakılmaksızın kısmi dava açılabilmesi mümkündür. Alacağın bir kısmı için dava açılması, yargılama giderlerinden tasarruf edilmesi, özellikle de davanın kaybedilmesi halinde avukatlık ücretine mahkum olmamak adına, davacının davanın seyrine göre tutumunu belirleyebilmesi açısından önemlidir.
Davacının belirsiz alacaklar için belirsiz alacak davası, tespit davası veya kısmi davadan birini açma hakkı vardır; buna karşın belirli ya da belirlenebilir bir alacak söz konusu ise belirsiz alacak davası açılamayacaktır.
Dava, belirsiz alacak davası şeklinde açılmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman dava hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir Uygulamada ıslah yoluna çoğunlukla kısmi dava içerisinde dava değerinin artırılması aşamasında başvurulmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin mülga 1086 sayılı HUMK’un 87/son maddesini iptal eden kararından sonra başlayan bu uygulama bir dizi maddi hukuk ve usul hukuku sorunlarını beraberinde getirmiştir. Aynı dava içerisinde dava değerinin artırılması ile amaçlanan aynı konuda yeni davalar açılmasına engel olmak ve kişilerin haklarına en kısa sürede ulaşmasını sağlamakken, Yargıtay içtihadı bu amacı ortadan kaldıracak nitelikte gelişmiştir. Bunda kuşkusuz, dava değerinin artırılmasının ıslah kurumu içerisinde çözümlenmeye çalışılmasının etkisi bulunmaktadır.
Alacağın bir kısmı için dava açılması, kişiler için hem ihtiyaç hem de zorunluluk teşkil eden birçok durumdan ortaya çıkmaktadır. Kısmi dava açmak zorunda kalan veya bu yola gitmeyi tercih eden kişilerin amaca hizmet etmeyen şekli kurallar esas alınarak mağdur edilmemeleri gerekir.
Belirsiz alacak davası kısmi davanın bir alternatifi kabul edilemeyeceğinden, kısmi dava açan kişileri, dava değerinin artırılması aşamasında zamanaşımı, hak düşürücü süre, faiz gibi önemli meseleler beklemektedir. Kanaatimizce, dava değerinin artırılmasını ıslah kurumu içerisinde çözümlemeye çalışmak yerine, kısmi dava içerisinde ayrı bir düzenleme ile ele almak yerinde olacaktır.
Dava dilekçesinde, yeni bir tahkikat yapılmasına neden olmayacak, usuli müktesep hakka aykırı olmayan, karşı tarafın herhangi bir zararının doğmadığı, yargılamanın uzamasına sebebiyet vermeyen nitelikteki değişikliklere yargılamanın her aşamasında ve birden fazla kez izin verilmelidir.
Nitekim, karşılaştırmalı hukuk açısından bazı hukuk sistemlerinde dava dilekçesinde birden fazla kez değişikliğe izin verilmektedir.
Belirli Bir Miktar Gösterilerek Açılan Tam Yargı Davasında Temyiz Aşamasında Yapılan Miktar Artırım Talebinin Reddedilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine Dair Anayasa Mahkemesi Kararı
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (“AYM”), adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin 2019/30300 başvuru numaralı ve 18.7.2024 tarihli “Kombassan Kağıt Matbaa Gıda ve Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş. Başvurusu” isimli kararı (“Karar”), 31 Aralık 2024 ve 32769 sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanmıştır. Karar’a göre; Başvuru, belirli bir miktar gösterilerek açılan tam yargı davasında temyiz aşamasında yapılan miktar artırım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün unsurlarındandır. AYM tarafından; Temyiz aşamasında yapılan ve dava dilekçesinde belirtilen değeri artırım talebinin ancak ilk derece mahkemesince karar verilinceye kadar yapılabileceği gerekçesiyle, uyuşmazlığın bu kısmı yönünden esasa yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği, Davadaki talep miktarının artırılmasının dava sürecindeki belirli bir aşama ile sınırlandırılmasının usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacımın gerçekleştirilmesi şeklinde meşru bir amaca yönelik olduğu, Somut olayda, mahkeme miktar artırımı talebine esas alınabilecek bilgileri içeren ara karar cevabını başvurucuya tebliğ etmeden davayı karara bağlayarak bu durumun oluşmasına sebebiyet verdiği, Dava değerini arttırma imkânı verilmeden taleple bağlılık ilkesi gereği davanın kabulüne karar verilmesi üzerine yapılan temyiz başvurusunun dava değerini artırım talebinin ilk derece mahkemesince karar verilinceye kadar yapılabileceği gerekçesiyle reddedilmesi, başvurucuya aşırı külfet yüklemekte ve bu durum başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kıldığı, belirtilerek müdahalenin ölçüsüz olduğuna Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE oybirliğiyle karar verilmiştir. Karar’ın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.