Duruşmanın sona ermesi ve hüküm CMK Madde 223
CMK 223. maddesinde “duruşmanın sona ermesi ve hüküm” düzenlemiştir. Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra mahkeme CMK 223. madde uyarınca karar verecektir.
Savcılığın yeterli şüphe içerisinde suç işlendiği kanısına varması halinde düzenlenen iddianameyle açılan kamu davasına ceza davası denilmektedir.
Ceza davalarında, maddi gerçeğin hukuka uygun olarak elde edilen deliller ile araştırılmasından sonra mahkeme tarafından cezai uyuşmazlık hakkında verilen nihai karara “hüküm” ya da “son karar” denilmektedir.
Mahkeme tarafından verilen hüküm ile birlikte, ceza muhakemesine konu uyuşmazlık çözülmekte ve yargılama sona ermektedir.
CMK Madde: 223
(1) Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür. (2) Beraat kararı; a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması, e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması, hallerinde verilir. (3) Sanık hakkında; a) Yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması, b) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/30 md.) Yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi, c) Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması, d) Kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düşülmesi, hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir. (4) İşlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen; a) Etkin pişmanlık, b) Şahsî cezasızlık sebebinin varlığı, c) Karşılıklı hakaret, d) İşlenen fiilin haksızlık içeriğinin azlığı, dolayısıyla, faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir. (5) Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilir. (6) Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine hükmolunur. (7) Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir. (8) Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir. Ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşılırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verilir. Bu karara itiraz edilebilir. (9) Derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez. (10) Adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır.
CMK Madde 223 Gerekçesi
Maddede duruşmaya son veren, mahkemenin işten el çektiği kararların; beraat, mahkûmiyet, davanın reddi, davanın ortadan kaldırılması veya düşmesi, yargılamanın durması, görevsizlik, yetkisizlik, hükmün geri bırakılması, ceza ehliyetsizliği nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı, tedbir, evlenme nedeniyle davanın veya cezanın ertelenmesi olduğu belirtilmiştir.
Bunlardan uyuşmazlığın esasını çözen; beraat, mahkûmiyet, davanın reddi, davanın ortadan kaldırılması veya düşmesi, adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik, ceza ehliyetsizliği nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı, tedbir, evlenme nedeniyle dava ve cezanın ertelenmesi kararlarının hüküm niteliğinde bulundukları açıklanmıştır.
Bu ayırım aynı zamanda hüküm ve kararların tâbi oldukları kanun yolunun belirlenmesinde de kolaylık sağlamaktadır. Hükümlere karşı istinaf yolu ve bunların dışında kalan yargılamanın durması, adlî yargı içerisinde kalan görevsizlik, yetkisizlik ve hükmün geri bırakılması kararlarına karşı da itiraz yolu açıktır.
Böylece yargılamanın durması kararının tâbi olacağı kanun yolu konusunda uygulamada zaman zaman çıkan tereddütler ortadan kaldırılmış, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 17/12/1930 gün ve 23/3l sayılı kararı doğrultusunda bu konunun itirazı kabil kararlardan olması benimsenmiştir.
Davayı sona erdiren kararlar kural olarak duruşma sonunda verilir. Ancak davanın reddi, ortadan kaldırılması veya düşürülmesi, yargılamanın durması, görevsizlik, yetkisizlik ve maddenin yedinci fıkrasında tanımlanan derhâl beraat kararlarının, duruşma açılmadan, duruşma hazırlığı aşamasında verilmesi olanağı vardır.
Maddenin dördüncü fıkrasında, davanın reddine karar verilebilecek hâller, beşinci fıkrasında yargılamanın durması koşulları gösterilmiştir. Madde, ayrıca davanın ortadan kaldırılması veya düşmesi hâllerinin varlığı veya yargılama koşulunun gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hâlinde doğrudan ortadan kaldırma veya düşme kararı verilmesi gerektiğini de hükme bağlamıştır.
Fiilin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen hâllerde derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.
Duruşmanın sona erdirilmesi ve hüküm aşaması
Yargılama sonucunda ulaşılan sonuca göre Mahkemece bir karar verilir ve bu kararın verilme usulü 5271 sayılı CMK’nın 223 üncü maddesinde düzenlenmiştir.
Maddede hüküm olarak verilebilecek kararlar sıralanmıştır. Buna göre;
- Beraat,
- Ceza verilmesine yer olmadığı,
- Mahkûmiyet,
- Güvenlik tedbirine hükmedilmesi,
- Davanın reddi ve düşmesi,
kararları birer hükümdür.
Böylelikle ceza yargılamasında Duruşma aşaması sona ermiş olur ve hüküm ortaya çıkar. Hüküm ilk derece yargılamasının sonuçlanması ve bir karara varılması anlamına gelir.
CMK’nın “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223 maddesinin 9. fıkrasına göre; “Derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez” denilmektedir.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 2021/13923 E., 2023/2964 K. 08.05.2023 tarihli kararına göre “2. Sanığa yüklenen suçun yasa maddesinde öngörülen cezasının türü ve üst sınırı itibariyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66 ncı maddesinin birinci fıkrası (e) bendinde belirlenen 8 yıllık olağan dava zamanaşımının, bozma öncesi verilen ve zamanaşımını kesen son işlem olan 26.09.2013 tarihli mahkumiyet kararından temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşılmış ise de, 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrasında yer alan “Derhal beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez” şeklindeki düzenleme göz önünde bulundurulduğunda, madde hükmünde belirtilen “derhâl” kavramının dar (yukarıda belirtilen durumlarla sınırlı) yorumlanmak yerine; AİHS’nin 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36 ve 38 inci maddelerinde vurgulanan “Masumiyet Karinesi” ve “Adil Yargılanma Hakkı” ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan “Lekelenmeme Hakkı” dikkate alınmak suretiyle, “yargılamanın geldiği aşama itibariyle” diğer bir ifadeyle “ilâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan…” olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin dokuzuncu fıkrası hükmünün uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yâni, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1-Yüklenen fiilin Kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2-Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5-Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır. Derhâl yâni yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa; artık koşulları olsa bile, “durma”, “düşme” veya “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilemez.” denilmiştir.
Yine Kararda;
“5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin âmir hükmü uyarınca; dava zamanaşımı süresi dolmasaydı, davanın esasına girip, işbu kararı bozmamız gerekirdi diyorsak artık; sırf yargılama dava zamanaşımı süresi içinde sonuçlandırılamadı, diye davayı düşüremeyiz, yâni sanığı lekelenmiş durumda bırakamayız.”
denilmektedir.
Şikayetten vazgeçme ile ilgili olarak da Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2016/217 E., 2016/8619 K. 25.04.2016 tarihli kararında “Yukarıda yer verilen yasal mevzuat ve açıklamalardan, kanunda aksi yazılı olmadıkça, şikayetten vazgeçmenin iki taraflı bir hukuki işlem olup, sanığın şikayetten vazgeçmeyi kabul etmemesi halinde hukuki değerinin olmayacağının anlaşılması, somut olayda da, mağdur Hüseyin Ateş’in şikayetten vazgeçtiğini açıklaması ve sanık …’nun da şikayetten vazgeçmeyi kabul etmemesi karşısında; sanığın şikayetten vazgeçmeyi kabul etmemesi nedeniyle, hukuken geçerli bir vazgeçme söz konusu olmadığından, toplanan delillere göre suçun sübut bulması dolayısıyla sanığın mahkumiyetine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından kanun yararına bozma talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.” denilmektedir.
Beraat Kararı
Beraat Kararı verilmesi gereken durumlar 5 durum olarak CMK Md. 223/2’de düzenlenmiştir. Bu hallerin nitelik ve doğurduğu hukuki sonuçlar itibariyle birbirinden ayrıldığı ve farklı olduğu kabul edilmektedir. Beraat Kararı aşağıdaki durumlarda verilebilir:
a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması
Bu hüküm, kanunsuz suç ve ceza olmaz evrensel ilkesinin doğal bir sonucudur. Kanunda suç olarak düzenlenmeyen bir konuda İddianame tanzim edilmesi de hatalı olup, kişiye isnat edilen eylemin suç olup olmadığı belirlenmeden suçlama yapılmış demektir. Bu karar ile kişi bakımından işlenmiş bir suç soz konusu olmadığı için verilecek karar Beraat Kararı’dır. Bu halde verilen beraat kararı, tartışmasız kişinin tam manasıyla aklanması anlamına gelir.
b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması
Yargılama, kişinin suçu işlediği şüphesiyle yapılmıştır. Suç vardır ancak bu suçun yargılanan sanık tarafından işlenmediği yargılama sonucunda anlaşılmıştır. Bu durumda Beraat hükmünün dayanması gereken gerekçe bu hükümdür. Kişinin suçu işlemediği sübuta ermiştir ve deliller tanığın suçu işlemediğine dair olup, tam manasıyla kişi aklanmıştır. Kimse işlemediği bir eylem ve suç sebebiyle de sorumlu tutulamaz. Suç varsa suç ve cezanın şahsiliği (TCK Md. 20) ilkesi gereğince bundan sorumlu tutulması gereken eylemi yapan olup, yargılanan kişinin suçu işlemediği sabit ise verilecek beraat kararı bu hükme dayanmalıdır.
c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması
Suçun manevi unsurunu oluşturan “suç işleme niyeti ve amacı” ceza yargılamasının temelini oluşturur. Suç işlemeye yönelik kişide kast ve taksir mevcut değilse kişinin hukuken sorumlu tutulması da mümkün olmaz. Kişinin isnad edilen suçu işlemeye dönük bir kastı veya suçun ortaya çıkması bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir eylemi söz konusu değilse bu hüküm gereğince hakkında manevi unsur yönüyle verilmesi gereken Beraat kararıdır. Ceza yargılamasında yargılamanın bütünü bakımından soruşturma başlatılmasından hüküm verilinceye kadar her aşamada kişinin kast ve taksirle hareket edip etmediğinin incelenmesi gerekir. Özellile 2016 yılında meydana gelen darbe girişimi sırasında darbe girişiminden hiç haberdar olmayan askerlerin kast bakımından durumu değerlendirilmeliydi. Sonuç olarak suçun işlenmesinde yargılanan sanığın kast ve taksirinin var olduğuna dair Mahkemece vicdani bir kanıya varılamamış ise verilecek olan hüküm budur.
d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması
Sanığın işlediği eylem TCK anlamında suç teşkil etse de hukuken ceza sorumluluğu bakımından hukuka uygunluk bulunması sebebiyle ceza verilmesi söz konusu olmaz. TCK Md. 24 kapsamında kanun hükmünün yerine getirilmesi, görevin ifası sırasında kolluk personelinin hukuka uygun müdahalesi; TCK Md. 25 kapsamında meşru savunma bakımından kişinin kendisine ya da üçüncü bir kişiye yönelen saldırıyı defetmek amacıyla o anda hal ve koşula uygun olarak ölçülü bir şekilde işlediği eylemler, yine tehlikeden korunmak bakımından kendisinin veya üçüncü bir kişinin hakkına yönelen o anda mevcut tehlikeyi ortadan kaldırmak ve savuşturmak amacıyla zorunluluk altında tehlikeyle uyumlu bir şekilde işlenen orantılı eylemler sebebiyle de kişinin hukuken sorumlu tutulması mümkün olmaz.
e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması
Delil yetersizliği de denilen durumlarda mahkemelerin dayanak aldığı temel gerekçedir. Sanığın suçu işlediği yönünde kanıtlar yetersizdir ve bu haliyle suçun sanık tarafından işlendiği konusunda yeterli nitelikte kanıt da mevcut değildir. Diğer yandan “delil yetersizliği” maddede açıkça düzenlenmemiş bir gerekçedir. Bu nedenle buna dayanılarak bu madde kapsamında verilen hükümlerin gerekçe yönüyle de hukuka uygunluğu tartışmalıdır. Diğer yandan re’sen soruşturma ve kovuşturma ilkesinin geçerli olduğu ceza yargılamasında, isnad edilen suç bakımından “delilleri toplama görevi” İddia Makamına verilmiş bir sorumluluk olup, kişinin hiçbir dahli olmayan bir gerekçeyle delil yetersizliğine dayalı olarak CMK Md. 223/2-e kapsamında beraat kararı verilemez. Sanığın suçu işlediği sabit değildir. Suçun işlendiği konusunda kanıtlar mevcuttur ancak bu kanıtlar suçu sanığın işlediğine dair değildir. Dolayısıyla verilecek olan Beraat kararının gerekçesi buna dayanmalıdır.
Sanığa ceza verilmesi
Mahkumiyet kararı, yüklenen suçun sabit olması halinde verilen karardır. (CMK 223/5. madde).
Sanık hakkında adli para cezasına, hapis cezasına veya güvenlik tedbirine hükmedilir. Mahkûmiyet kararı verilebilmesi için sanık tarafından yapılan fiilin hükmün verildiği tarihte kanunda suç olarak sayılması gerekmektedir.
Mahkeme, iddianamede gösterilen eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğini ve bu eylemi sanığın gerçekleştirip gerçekleştirmediğini, tüm delilleri kullanarak belirlemeye çalışacaktır. Gerekçeli karar, ceza mahkemelerin yargılamanın konusu iddia ve savunmayı, vakıa, delil ve talepleri değerlendirerek hangi yasal nedenlerle hüküm kurduğunu açıklamak üzere yazdığı detaylı kararlardır. Mahkeme hükmü açıklamış ama gerekçeyi açıklamamışsa 15 gün içinde gerekçeyi dosyaya koyması gerekir.
Mantıksal ve hukuksal bütünlüğün sağlanması için kararın dayandığı tüm verilerin, bu veriler konusunda mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve tanık anlatımlarına ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması gerekir.
Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlara yer verilir (CMK 230/1.madde):
İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler:
İddia ve savunma tarafı tüm yargılama boyunca, iddianame ile yargılama konusu yapılan cezai uyuşmazlık hakkında görüşlerini mahkemede sözlü veya yazılı olarak dilekçeleri ile sürer. Mahkûmiyet hükmünde iddia ve savunma tarafının ceza davasının konusu uyuşmazlık hakkındaki görüşlerinin ne olduğu ana hatlarıyla yer almalıdır. Bu şekilde ceza yargılamasının mantığı olan tez, antitez ve sentez üçlüsüne uygun bir şekilde yürüyüp yürümediği mahkûmiyet kararı ile denetlenmiş olur.
Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi:
Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi mahkûmiyet kararının en önemli kısmıdır. Ceza mahkemesi, yargılama konusu suçun ispatına yarayan her türlü delili tartışmalı, sübut açısından önemini belirterek değerlendirmelidir. Mahkûmiyet kararı gerekçesinde, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi gerekir. Hükme esas alınan delil; hüküm fıkrasını ispatlayan, hükmün beraat, mahkûmiyet vb. yönünde oluşmasını sağlayan delildir. Reddedilen deliller de mahkûmiyet kararında ayrıca gösterilmelidir.
Duruşmada ortaya konularak tartışılmak istenen deliller aşağıdaki hallerde reddedilir (CMK 206/2.madde):
Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse, Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa, İstem sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa, mahkumiyet kararında dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça belirtilmesi gerekir.
Ulaşılan kanaat:
Ceza yargılaması sonunda mahkemenin ulaştığı kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi mahkumiyet kararında gösterilmelidir. Tarafların ileri sürdüğü istemleri de dikkate alınarak, TCK ilgili maddeleri uyarınca belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi gerekir.
Kişiselleştirme Kurumları ile Ek Güvenlik Tedbirlerine İlişkin Kararın Dayanakları:
Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar mahkûmiyet kararının gerekçesinde yer almalıdır.
Kişinin suçu işlediğinin sabit olması halinde mahkumiyete karar verilir ve CMK Md. 223/5’te düzenlenmiştir. Dosya kapsamındaki deliller suçun sanık tarafında işlendiğini tartışmasız ve şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya koymuş ise verilecek olan karar mahkumiyettir ve TCK’da suç için en uygun cezayı Mahkeme takdir eder.
Ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi
a) Yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması,
b) Yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi,
c) Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması,
d) Kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düşülmesi (TCK Md. 30), Hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir.
Suçtan cezai sorumluluk, eyleme ve bu eylemin bir sonucu olarak kişinin kast veya taksire dayalı kusuruna bağlı olarak söz konusu olur. Sayılan hallerde Ceza Verilmesine Yer Olmadığı Kararı verilir.
Özellikle TCK Md. 30 kapsamında sanığın suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmemesi veya kişinin işlediği eylemin haksızlık oluşturduğu konusunda yanlış değerlendirmesi de hata hükmünden yararlanmaya sebep olur.
Yine suçun cezayı azaltan veya artıran nitelikli haller konusunda yanlış değerlendirme yapma ve ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin gerçekleştiğine dair hataya düşen kişiler de bu hatalarının sonuçlarından yararlanır ve haklarında buna uygun cezaya hükmolunur.
Tutukluluk hali
Tutukluluk hali CMK 223. maddede düzenlenmemiştir. Tutukluluk CMK Md. 100 ve devamında düzenlenmiştir. Buna göre CMK Md. 102’de suçlar bakımından tutukluluk süreleri belirlenmiştir. Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez.
Soruşturma evresinde tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemez. Ancak, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlar bakımından bu süre en çok bir yıl altı ay olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
Emsal Yargıtay Kararları
Ceza Genel Kurulu 2019/457 E. , 2021/103 K.
CMK 223
“Karar verilmesine yer olmadığı” şeklindeki ceza mahkeme kararlarındaki hüküm fıkraları yok hükmündedir. Sanık hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan TCK’nın 179/2 ve 31/3 maddeleri gereğince cezalandırılması istemi ile açılan kamu davasında, Yerel Mahkemece duruşma açılmaksızın tensiben, “Sanığın ne suretle trafik güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne ilişkin eylemlerin iddianamede açıklanmadığı” gerekçesiyle “karar verilmesine yer olmadığına” karar verilmiştir. İddianame kabul edilip kovuşturma evresine geçildikten sonra, duruşma açarak tarafları usulüne uygun çağırarak iddia ve savunmayı dinleyip, sunulan delillerin tartışılıp, uyuşmazlığın esasını çözecek nitelikte CMK’nın 223. maddesinde “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi veya düşmesi” şeklinde sınırlı olarak sayılan hüküm niteliği taşıyan kararlar dışında, “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde bir hüküm çeşidine yer verilmemesi ve anılan madde uyarınca verilmiş bir hüküm veya temyize konu olabilecek bir karar bulunmaması nedeniyle Özel Dairece bu hususun temyiz incelemesine konu edilemeyeceği ve buna bağlı olarak da bozma kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir. Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir. Öte yandan, itiraza konu kararın hüküm niteliğinde olmadığı ve bu nedenle hukuki değerden yoksun olduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığınca açılan kamu davası üzerine Yerel Mahkemece zamanaşımı süresi içerisinde yargılama yapılarak CMK’nın 223. maddesi uyarınca bir hüküm verilmesi mümkün görülmüştür.
Ceza Genel Kurulu 2018/45 E. , 2021/234 K.
CMK 223 Beraat vekalet ücreti
Beraat kararı verilmesi halinde mahkemece avukatlık ücretinin belirlenmesi
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin vekâlet ücretinin tayininde sanıkların adedini ya da bir sanığın birden çok suç işlemiş olmasını değil, usulünce açılan ve avukat tarafından takip olunan dava dosyalarının sayısını esas ve ilke olarak alması, taraflara yükletilecek avukatlık ücretinin her dava dosyası için ayrı ayrı tayinini öngörmesi, ayrı ayrı dava açılmadıkça vekâlet ücretinin de ayrı ayrı belirlenmesinin ve sanıklara sunulan avukatlık hizmetinin bölünmesinin mümkün bulunmaması, avukatlık ücretinin temyiz aşaması da dahil kesin hüküm elde edilinceye kadar yapılan işin karşılığı olması, her ne kadar Tarife’nin 14. maddesinin dördüncü fıkrasında sanık yararına avukatlık ücretine hükmedileceği düzenlenmiş ise de Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin son fıkrasında yer alan “Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir.” ve Tarife’nin 3. maddesindeki “Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti…” şeklindeki düzenlemeler göz önüne alındığında karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğunun kabul edilmesi, yine bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi, niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulacak olup sanık sayısının tek başına ücretin belirlenmesinde kriter kabul edilmemesi hususları gözetildiğinde, yargılandıkları aynı dava dosyasında aynı suçtan yargılanan birden fazla sanığın tek müdafi ile temsil edilmesi ve yargılama sonucunda sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi sebebiyle, müdafi tarafından sanıklara sunulan avukatlık hizmetinin sanık sayısınca bölünmesi mümkün olmadığından sanıklar lehine tek vekâlet ücretine hükmedilmesinde bir isabetsizlik bulunmamakla birlikte Avukatlık Kanunu’nun 169. maddesi ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 3. maddesi uyarınca avukatın emeği, çabası, işin önemi, niteliği ve davanın süresi göz önünde tutularak tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamayacak şekilde avukatlık ücretinin belirlenmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Ceza Genel Kurulu – Karar: 2019/420
CMK 223
Sanık hakkında iddianameyle dava açıldıktan sonra hüküm verilmesinin unutulması durumunda, ortada temyize konu olabilecek bir hüküm bulunmadığından bu eksikliğin bozmaya konu edilmesi mümkün olmayıp, karara bağlanmayan iddiayla ilgili dava zamanaşımı dolmuş olsun veya olmasın mahallinde her zaman hüküm kurulabileceğine işaret edilmesi ile yetinilmesi gerekmektedir. 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinde ise hükümler “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi, davanın düşmesi kararı” olarak sayılmıştır. Hüküm niteliğinde olmamakla birlikte bazı kararların da kanun yolu bakımından temyizi kabil olduğu kabul edilmiştir. Örneğin; hüküm niteliğinde bulunmayan CMK’nın 223. maddesinin 10. fıkrası uyarınca adlî yargı dışındaki bir yargı mercisine yönelik görevsizlik kararları ile TCK’nın 18. maddesinin 4. fıkrası uyarınca geri verme talebi ile ilgili olarak verilen kararların temyizi mümkündür. Yargıtay tarafından temyiz incelemesi yapılabilmesi için öncelikle CMK’nın 223. maddesi uyarınca verilmiş bir hüküm veya temyize konu olabilecek bir karar bulunması gerekmektedir. Sanık hakkında iddianameyle dava açıldıktan sonra hüküm verilmesinin unutulması durumunda, ortada temyize konu olabilecek bir hüküm bulunmadığından bu eksikliğin bozmaya konu edilmesi mümkün olmayıp, karara bağlanmayan iddiayla ilgili dava zamanaşımı dolmuş olsun veya olmasın mahallinde her zaman hüküm kurulabileceğine işaret edilmesi ile yetinilmesi gerekmektedir. Bu hususa ilişkin bir temyiz talebinin bulunması da varılan bu sonucu değiştirmeyecektir. Yargıtay Ceza Dairelerinin büyük çoğunluğunun uygulaması da bu şekilde olup, sanığın bir eylemi ile ilgili mahkemesince hüküm kurulmasının unutulduğu durumda da bu konuda mahallinde her zaman hüküm verileceğine ilişkin eleştiri yapılmaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.04.2018 tarihli ve 638-164 sayılı, 08.12.2015 tarihli ve 640-496 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır. Öte yandan; Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış uygulamalarına göre şeklen ısrar kararı verilmiş olsa dahi; a) Bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak, b) Bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, c) Bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme ya da toplanan yeni delillere dayanmak, d) Önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve/veya değişik gerekçe ile hüküm kurmak, Suretiyle verilen hüküm, direnme kararı olmayıp yeni bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz edilmesi hâlinde ise incelemenin Yargıtayın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.04.2018 tarihli ve 852-194 sayılı 26.01.2016 tarihli ve 905-41 sayılı gibi pek çok kararında da vurgulandığı üzere Özel Dairece incelenmeyen bir hükmün, doğrudan doğruya ve ilk kez Ceza Genel Kurulunca incelenmesi kanunen mümkün değildir. Bu açıklamalar ışığında birinci ve ikinci ön sorunlar birlikte değerlendirildiğinde; S. 2. Ağır Ceza Mahkemesince 28.12.2011 tarih ve … sayı ile; sanık H.Ç. hakkında katılan M.Ç.’ye yönelik silahla kasten yaralama suçuna teşebbüs, sanıklar B.K. ve İ.K. hakkında katılan B.G.’ye yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüs ve maktul B.G.’ye yönelik kasten yaralama suçlarından açılan kamu davaları ile ilgili olarak herhangi bir hüküm kurulmaması üzerine bu hususun Cumhuriyet savcısınca temyiz nedeni yapıldığı, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince verilen 17.09.2013 tarihli ve 2685-4955 sayılı bozma kararının, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanımlanan ve hükmü tümüyle ortadan kaldırma özelliğine sahip, teknik anlamda bir bozma kararı niteliğinde olmayıp ilgili mahkemesince hüküm kurulmasının unutulması nedeniyle bu konuda mahallinde her zaman hüküm verilebileceğine ilişkin uyarı-eleştiri niteliği taşıdığı, bu tür bir bozmaya direnmenin de mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Diğer yandan açılan davalarla ilgili olarak herhangi bir hüküm kurmayan Yerel Mahkemece, Özel Dairenin bozma kararından sonra “hüküm kurulmasına yer olmadığına” dair verilen 27.03.2014 tarihli ve … sayılı kararın da, önceki kararda yer almayan ilk kez kurulmuş bir hüküm olması ve daha önce Özel Daire denetiminden geçmemiş oluşu karşısında, doğrudan Ceza Genel Kurulu tarafından incelenmesi mümkün bulunmayan yeni hüküm niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. Bu itibarla S. 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.03.2014 tarihli ve … sayılı karar, Ceza Genel Kurulunca incelenmesi mümkün olan bir direnme kararı niteliği taşımadığı gibi Yerel Mahkemenin son uygulaması ilk kez hüküm kurulmuş olması nedeniyle “yeni hüküm” niteliğinde olduğundan, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmelidir.
Ceza Genel Kurulu – Karar: 2018/289
CMK 223
“Aynı konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına” şeklindeki karar hüküm niteliğinde olmadığından hukuki değeri yoktur. Yerel Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda işlem yapılmamış, bozulmakla tamamen ortadan kalkan önceki hükümden sonra CMK’nın 223. maddesinde “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi veya düşmesi” şeklinde sınırlı olarak sayılan hüküm niteliği taşıyan kararlar dışında, “aynı konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmiştir. Karşıyaka 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 22.01.2013 tarihli ve … sayılı bu kararı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre hüküm niteliği taşımadığı gibi, Ceza Genel Kurulunca incelenmesi gereken bir direnme kararı niteliğinde de olmadığından, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar verilmelidir.
Ceza Genel Kurulu – Karar: 2016/460
CMK 223
Somut uyuşmazlıkta, Yerel Mahkemece sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması sırasında hürriyeti bağlayıcı cezanın “9 yıl 9 ay” olarak doğru bir şekilde belirlenmesine rağmen, sonraki bentte “neticeten” ibaresi ile vurgulanmak suretiyle “9 yıl hapis cezası” olarak sanık müdafiine tefhim edilmesi karşısında; yargısal kararın önemi ve belirliliği, Anayasa ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve hukukî güvenliğinin korunması ilkeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, tefhim olunan sonuç cezanın mahkemenin gerçek iradesini yansıttığının kabul edilmesi gerekmektedir. Temyiz incelemesi sırasında hükümdeki uygulama, hesaplama ve maddi (yazım) hatalarının aleyhe temyiz olmaması halinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır. Hükümdeki isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasından kaynaklanan maddi (yazım) hataları aleyhte değiştirme yasağı kapsamında olmadığından Yargıtay’ca düzeltilebileceği aşikardır. Kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu, hâkimin takdirine bağlı ve bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların yani uygulama hatalarının aleyhte değiştirme yasağı kapsamında kalacağı, suç tarihi, sanığın ismi, yaşı vb. şekildeki yazım hatalarının ise bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği konusunda da tereddüt bulunmamaktadır. Hesap hatalarının ise bu yasak kapsamında kalıp kalmadığı konusunun, hesap hatasının sonuç cezaya etkisi gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan “cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı”nın konusunu temel ceza ya da indirim-artırım sırasındaki ara ceza miktarı değil sonuç ceza oluşturmaktadır. Bu bağlamda, cezanın belirlenmesi aşamasında artırım ya da indirim yapılırken hesap veya yazım hatası yapılıp bir sonraki hesaplamanın yapıldığı ya da sonuç cezanın açıklandığı fıkrada bu hatadan dönülerek doğru sonuca ulaşılmış, dolayısıyla aradaki hesap ya da yazım hatası sonuca etkili olmamış ise, yapılan hesap ya da yazım hatası “cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı” kapsamında kalmayacak, aksi halde, yani yapılan hesap yada yazım hatası, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açmış ve hüküm bu sonuç üzerine kurulmuş ise, hatalı da olsa açıklanan ve hükmedilen bu ceza miktarı anılan kurala konu olacaktır. Aleyhe temyiz bulunmadığı halde sonuç cezanın hesap hatası, yazım hatası denilerek düzeltilmesi veya aleyhe değiştirmeme yasağı gözetilmeden bozmaya konu edilmesi 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 326/4. maddesindeki amir kurala aykırı olacaktır. Nitekim Ceza Genel Kurulu da çeşitli kararları ile, hesap hatası yapılan hükme ilişkin lehe temyiz davasında aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve ‘temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiği, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceği’ (31.01.1949 gün ve 171-35),‘ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiği’ (19.06.1967 gün ve 114- 162, 13.04.1964 gün ve 154-167), ‘hesap hatası sonucunda eksik tayin edilen hapis cezasının ceza miktarı yönünden aleyhe değiştirmeme yasağı kapsamında kalacağı’ (07.10.2008 gün ve 198-211, 15.12.2015 gün ve 602-509) vurgulamıştır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Mahkemece sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 5237 sayılı TCK’nın 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması sırasında yapılan hesaplama sonucu, ceza 9 yıl 9 ay hapis ve 900 gün adli para cezası olarak doğru şekilde belirlenmiş, hükmün 5. bendinde münhasıran adli para cezasının hesaplanması yoluna gidilmiş ve TCK’nın 52/2. maddesi uyarınca bir gün karşılığı 20 Liradan hesaplanarak adli para cezası 18.000 Lira olarak tespit edildikten sonra, sanık hakkında başkaca bir artırım veya indirim maddesi uygulanmadığı halde, hüküm fıkrasının 6. bendinde sonuç olarak sanığın “9 yıl hapis ve 18000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına” karar verildiği belirtilmiştir. Yazım hatası sonucunda hürriyeti bağlayıcı cezanın 9 ay eksik tayin edilmesinin basit bir maddi hata olarak görülmesi, kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi durumunda infaz sırasında mahkemenin 9 yıl hapis cezasını doğrudan 9 yıl 9 aya çıkarmasını kabul etmek anlamına da gelecektir. Somut uyuşmazlıkta, Yerel Mahkemece sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması sırasında hürriyeti bağlayıcı cezanın “9 yıl 9 ay” olarak doğru bir şekilde belirlenmesine rağmen, sonraki bentte “neticeten” ibaresi ile vurgulanmak suretiyle “9 yıl hapis cezası” olarak sanık müdafiine tefhim edilmesi karşısında; yargısal kararın önemi ve belirliliği, Anayasa ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve hukukî güvenliğinin korunması ilkeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, tefhim olunan sonuç cezanın mahkemenin gerçek iradesini yansıttığının kabul edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla hükmün yalnız sanık ve müdafii tarafından temyiz edildiği dikkate alındığında, sanık hakkındaki hürriyeti bağlayıcı sonuç cezanın 9 ay eksik şekilde belirlenmesi hususunda, Özel Dairece aleyhe düzeltme yasağına uygun olarak eleştiri yapılması ile yetinilmesi usul ve yasaya uygundur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu – Karar: 2017/215
CMK 223
Sanık hakkında hüküm kurulmasının unutulması durumunda, yerel mahkemece her zaman dosya yeniden ele alınıp hüküm kurulabilir. 1412 sayılı CMUK’un, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 305. maddesi uyarınca, ceza mahkemelerince verilen hükümler temyiz kanun yoluna tâbidir. 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinde ise hükümler “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi, davanın düşmesi kararı” olarak sayılmıştır. Hüküm niteliğinde olmamakla birlikte bazı kararların da kanun yolu bakımından temyizi kabil olduğu kabul edilmiştir. Örneğin; adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları (CMK’un 223/10), geri verme talebi ile ilgili olarak verilen kararlar (TCK’nın 18/4) hüküm niteliğinde olmamakla birlikte temyizi mümkündür. Yargıtay tarafından temyiz incelemesi yapılabilmesi için öncelikle CMK’nın 223. maddesi uyarınca verilmiş bir hüküm veya temyize konu olabilecek bir karar bulunması gerekmektedir. Sanık hakkında iddianameyle dava açıldıktan sonra hüküm verilmesinin unutulması durumunda, ortada temyize konu olabilecek bir hüküm bulunmadığından bu eksikliğin bozmaya konu edilmesi mümkün olmayıp, karara bağlanmayan iddiayla ilgili dava zamanaşımı dolmuş olsun veya olmasın mahallinde her zaman hüküm kurulabileceğine işaret edilmesi ile yetinilmesi gerekmektedir. Bu hususa ilişkin bir temyiz talebinin bulunması da varılan bu sonucu değiştirmeyecektir. Yargıtay Ceza Dairelerinin büyük çoğunluğunun uygulaması da bu şekilde olup, sanığın bir eylemi ile ilgili mahkemesince hüküm kurulmasının unutulduğu durumda da bu konuda mahallinde her zaman hüküm verileceğine ilişkin eleştiri yapılmaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.12.2015 gün ve 640-496 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2023/6168 E. , 2024/9063 K.
CMK 223/9
Derhal beraat kararının anlamı ve şartları 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrasının uygulanması ve özellikle “Derhâl” kavramının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir. Birinci görüşe göre; 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrasında yer alan “Derhâl” kavramını, “… delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilecek”, “İşin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması” ya da “Kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılması hâlleri”yle sınırlı kabul etmek ve maddeyi de bu kabul ışığında uygulamak gerektiğinden; dava zaman aşımı süresi dolduğu için dosyanın esasına girmeden, davayı düşürmek gerekir. İkinci görüşe göre ise; yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan, verilmiş olan beraat kararı usul ve yasaya uygun bir karar olarak değerlendiriliyorsa, işbu karar dairesince onanmalıdır. Eğer dairece yapılan değerlendirmeye göre; beraat kararı hukuka ve yasaya uygun olarak kabul edilemiyorsa, diğer bir anlatımla örneğin, sanığın mahkûmiyetine karar vermek gerekiyorsa ya da eksik soruşturma söz konusuysa, o takdirde davanın zaman aşımından düşürülmesi gerekir. İkinci görüş doktrin tarafından ağırlıklı olarak benimsenmiştir. Örneğin; Prof. Dr. C. Şahin de bu konuda, Adalet Dergisi (Yıl:2013, Sayı:45, Shf.:224/239)’nde yayımlanan “Dava Zamanaşımı Sanığın Aklanmasına Engel Olabilir mi?” başlıklı makalesinde; “…Fıkrada geçen “Derhal” sözcüğü ile, henüz yargılamanın başında olma değil, “Dosyanın mevcut durumu” ifade edilmektedir. Yani, yargılamanın geldiği aşama itibariyle dosyadaki mevcut delillere göre, “Herhangi, başka, yeni bir araştırmaya gerek olmaksızın” beraat kararı verilebilecek bir noktada, sanığın daha lehine olan beraat kararı yerine, örneğin zaman aşımı nedeniyle daha aleyhine olan düşme kararı verilmesi yasaklanmaktadır. İlgili hükmün (5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrası) burada yapılmamasını istediği şey delil takdiri değil, yeni delil araştırmasıdır. İlave bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebilecekse, dava zamanaşımı dolmuş olsa bile, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı değil, dosyanın mevcut durumu itibariyle beraat kararı vermek gerekmektedir.” diyerek ikinci görüşü benimsediğini açıkça ortaya koymuştur. Biz de bu ve aşağıda açıklayacağımız diğer gerekçeler ışığında birinci görüşün; kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz. Bilindiği üzere, 5271 sayılı Kanun’un yazılı bir gerekçesi yoktur. “Derhâl” kelimesi “Çabucak” (bkz. tdk.gov.tr internet sayfası) anlamına gelmekte olup, madde metninde; “Davanın esasına girmeden”, “Delil takdiri gerektirmeyen durumlar” ya da “Fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması” ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrasının uygulama koşulları olarak kabul etmek mümkün değildir. Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı, kolluk amiri (Örneğin; 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesi hükmü uyarınca yapılan aramada …), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (5271 sayılı Kanun’un 90 ıncı maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde “Herkes” tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir.) bile, “Delil takdiri” yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine giremeyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin, 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrası bağlamında da delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır. Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise, o taktirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur. Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz derhâl beraat kararı verilmesi gerekir. Kanaatimizce, “Derhâl” kavramı dar (yukarıda belirtilen durumlarla sınırlı) yorumlanmak yerine; İ.H.A.S. 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 38 inci maddelerinde vurgulanan “Masumiyet Karinesi” ve “Adil Yargılanma Hakkı” ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan “Lekelenmeme hakkı” dikkate alınmak suretiyle, “Yargılamanın geldiği aşama itibariyle” diğer bir ifadeyle “İlâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan …” olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrası hükmünün uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yâni, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır. Derhâl yâni yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa; artık koşulları olsa bile, “durma” “düşme” veya “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilemez. 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin âmir hükmü uyarınca; dava zaman aşımı süresi dolmasaydı, davanın esasına girip, işbu kararı bozmamız gerekirdi diyorsak artık; sırf yargılama dava zaman aşımı süresi içinde sonuçlandırılamadı, diye davayı düşüremeyiz, yâni sanığı lekelenmiş durumda bırakamayız. Bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde; sanıklara yüklenen nitelikli tehdit suçu yönünden, sanıkların savunmalarının alındığı 27.04.2016 tarihinden inceleme gününe kadar 8 yıllık olağan dava zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmış ise de; hükümleri bozup dava zamanaşımından düşme kararı vermek yerine, 5271 sayılı Kanun’un 223 üncü maddesinin 9 uncu fıkrasının âmir hükmü uyarınca, sanıklar hakkında nitelikli tehdit suçu yönünden mahkûmiyete yeterli her türlü şüpheden uzak delilin bulunmadığı gözetilerek yerel mahkemece sanıkların beraatine dair kurulan hükümlerde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmadığından usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin tebliğnameye uygun olarak, oy birliğiyle ayrı ayrı ONANMASINA,
YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/5123 Karar : 2018/7928 Tarih : 11.10.2018
CMK 223. Madde
Duruşmanın Sona Ermesi ve Hüküm
5237 sayılı TCK’nin 7 ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddeleri hükmü karşısında; sanığa yüklenen “resmi belgede sahtecilik” suçunun 5237 sayılı TCK’nin 204/1. maddesinde öngörülen cezasının miktarı ve üst sınırına göre, aynı Kanunun 66/1-e ve 67/4. maddelerinde öngörülen olağanüstü dava zamanaşımının, suçun işlendiği 25.08.2005 tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşılmış, sanığın itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA; ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, aynı Kanun’un 322. maddesinde öngörülen yetkiye dayanılarak sanık hakkında açılan kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 5237 sayılı TCK’nin 66/1-e, 67/4 ve 5271 sayılı CMK`nin 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE, 11.10.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.