İlamlı Takip Sonrası Borçlunun İflas Etmesi

26
İlamlı Takip Sonrası Borçlunun İflas Etmesi
İlamlı Takip Sonrası Borçlunun İflas Etmesi

İlamlı Takip Sonrası Borçlunun İflas Etmesi

İİK 177/1 Maddesi – Doğrudan İflas

Borçlunun yerleşim yerinin olmaması, taahhütlerinden kurtulmak maksadıyla kaçması, alacaklıların haklarını ihlal eden muamelelerde bulunması veya bunlara teşebbüs etmesi yahut haciz yoluyla yapılan takip sırasında mallarını saklaması halleri İİK 177/1 maddesinde düzenlenen doğrudan doğruya iflas halleridir.

Yerleşim yerinin belli olmaması nedenine dayalı iflas, sadece gerçek kişiler için söz konusu olabilir. Zira tüzel kişilerin adresinin ticaret sicil kayıtlarında belirli olması nedeniyle tüzel kişiler hakkında yerleşim yeri bulunmadığından bahisle iflas kararı verilmesi mümkün değildir.

Maddede belirtilen “yerleşim yeri” kavramının TMK’nun 19. maddesinden daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Borçlunun TMK’nun 19. maddesine göre yerleşim yeri bulunmamakla birlikte, oturduğu yer bilinmekte ise bu sebeple iflası istenemez. Mahkeme tarafından da bu hususta re’sen araştırma yapılmalıdır.

Borçlunun taahhütlerinden kurtulmak maksadıyla kaçması, alacaklıların haklarını ihlal eden hileli muamelelerde bulunması veya bunlara teşebbüs etmesi, haciz yoluyla yapılan takip sırasında mallarını saklaması hallerinde de alacaklı borçlunun doğrudan doğruya iflasını isteyebilir.

Bu hususta ispat külfeti davacı alacaklıya düşmekle birlikte mahkemenin de davacının iflas sebebine dayalı olarak araştırma yapması gerekmektedir. Yargıtay borca batık olmadığı halde işyerini kapatarak malvarlığı bulunmadığını bildiren borçluyu taahhütlerinden kurtulmak için kaçtığını ve hileli muamelelerde bulunduğunu, bu sebeple borçlunun doğrudan iflas koşullarının oluştuğunu kabul etmiştir.

Borçlunun haciz sırasında mallarını saklaması, beyan etmemesi, gizlemesi de doğrudan iflas sebebi olarak düzenlenmiştir. Bununla birlikte alacaklının, borçlunun kesinleşen takipte haciz talep etmemesi borcunu karşılayacak malı olup olmadığının araştırılmaması haczin borçlunun ödeme emrinin tebliğ edildiği adresinde yapılmaması halinde bu bende dayanarak iflas kararı verilemeyecektir.

Yine, borçlunun, haciz koyduran alacaklının alacağına yetecek kadar malının haczedilmesi durumunda, fazlasının saklandığı iddiasıyla bu bende dayanarak iflas kararı verilmesi mümkün değildir. İhtiyati hacizde borçlunun mal beyanında bulunması zorunluluğu bulunmadığından ihtiyati haciz sırasında mal saklanması doğrudan doğruya iflas sebebi olarak değerlendirilemez

Para ve teminat verilmesi hakkındaki ilamlar – İİK 177/4’e göre İflas Hali

İİK’nın 177/4 maddesinde düzenlenen doğrudan doğruya iflas sebebi; ilama müstenit alacağın icra emriyle istendiği halde ödenmemesidir. Alacak terimiyle kastedilen para ve teminat verilmesi hakkındaki ilamlardır.

Para ve teminat verilmesi hakkındaki ilamların icrası İİK’nun 32 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İlamların, icrası yorum gerektirmeyecek ve açıkça tahsil hükmü (eda hükmü) taşıyan ilamlar olması gerekmektedir.

Eda hükmü içermeyen “tespite” ilişkin ya da mal teslimine ilişkin ilamlar, ilamlı icra takibine konu edilemez. İlam niteliğindeki belgelerden birine dayanarak ilamlı icra takibi yapılması mümkün olmakla birlikte, doğrudan doğruya iflas talep edilmesi mümkün değildir. Nitekim Yargıtay’ın uygulaması da bu yöndedir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 301/2. maddesinde ise ilamın açıkça “Taraflardan her birine verilen hüküm nüshası” olduğu hususu yer almıştır. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18. maddesinde “anlaşma tutanağı” ilam niteliğinde belge sayılmıştır.

İİK nın 177/4. fıkrası “ilam”dan bahsetmektedir. İlam niteliğinde belgenin madde kapsamında değerlendirilmesi iflasın kamu düzeni niteliği ile bağdaşmaz. Bu sebeple arabuluculuk anlaşma tutanağına dayalı olarak ilamlı icra takibi yapılması mümkün olmakla birlikte, bu tutanağa dayalı olarak doğrudan doğruya iflas talep edilmesi imkanı bulunmamaktadır.

Bu bent gereğince iflas davası açabilmek için, icra emrine konu edilen ilamın kesinleşmesi gerekmemektedir. Bununla birlikte icra emrine dayanak ilamı temyiz eden borçlu, icranın geri bırakılması hakkında karar getirmek suretiyle hükmün kesinleşmesine kadar iflas davasının ertelenmesini sağlayabilir. Borçlu, icranın geri bırakılması kararı almamışsa ve iflas kararı verilmeden önce hüküm borçlu lehine bozulacak olursa iflas davası olduğu yerde durur.

İcranın geri bırakılması kararı alınmış olması ve ticaret mahkemesine ibraz edilmesi halinde, ticaret mahkemesi, hükmün kesinleşmesine kadar iflas davasını erteleyerek, hükmün kesinleşmesini, iflâs davasında bekletici sorun yapar.

Borçlu aleyhine verilen hüküm kesinleşirse, iflas davası yargılamasına devam olunur. Buna karşılık, hüküm borçlu lehine bozulur ve hüküm kesinleşirse, ticaret mahkemesi iflâs davasını reddeder.

Yargıtay’ın temyiz talebi hakkında bir karar vermesinden önce borçlunun iflasına karar verilirse iflas açılır. Yargıtay icra emrine dayanak kararı borçlu lehine bozarsa, iflas işlemleri yine olduğu yerde durur. Bu bozma üzerine borçlunun, borcu olmadığına karar verilir ise ve bu karar kesinleşirse, bu takdirde iflas işlemlerinin İİK’nın 40/2. maddesi uyarınca eski hale getirilmesi gerekmektedir.

Bu olasılıkta Ticaret Mahkemesi’nin iflas kararının kaldırılması hakkında şekli bir karar vermesi gerekmektedir. Alacak ilama bağlı olmakla birlikte borçluya icra emrinin tebliği gerekmekte olup, icra emri yerine iflas ödeme emrinin tebliği halinde açılan davanın koşullarının bulunduğundan bahsedilemeyecektir.

İcra emrine dayanak ilamın borçlusunun, husumet yöneltilen tacir olması gerekmektedir. İlamda yazılı olan borçlu dışında başka bir tacire bu alacak için örneğin şirket temsilcisi olması nedeniyle İİK m.177/4 kapsamında dava açılamaz.

Davanın davacısının da icra emrine müstenit ilam alacaklısı olması gerekmektedir. İlam borçlusu ile organik bağ içerisinde olduğundan bahisle tüzel kişilik perdesinin aralanması ilkesi çerçevesinde ilam borçlusu dışındaki şirket ya da şahıs aleyhine İİK m.177/4 maddesi gereğince dava açılması mümkün değildir.

Alacaklının elinde, asıl borçlu ile birlikte borçlu ile organik bağ içerisinde olduklarından bahisle hakkında hüküm tesis edilen borçlulara karşı İİK’nın 177. maddesine göre iflas davası açması ise mümkündür[40]. HMK’nun 310/1 maddesi gereğince feragat hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. İcra emrine dayanak kararda alacaklının davadan feragat etmiş olması ve feragatin kesinleşmesiyle iflas davası davacısının alacaklı sıfatı kalmayacağından iflas davasının reddi gerekmektedir.

İflası istenen davalının gerçek kişi olması ve yargılama sırasında ölümü neticesinde iflasın şahsiliği ilkesi gereğince davanın davalının mirasçılarına karşı devamı mümkün değildir.

İİK’nın 177/4. bent 2. cümlesi, “Türkiye’de yerleşim yeri veya mümessili bulunan borçlu dinlenmek için kısa bir müddette mahkemeye çağırılır.” hükmünü içermektedir. Borçlunun menfaatlerini koruyabilmesi için öngörülmüş olan emredici nitelikteki bu hükmün, mahkemece re’sen gözetilmesi gerekir. Tebligatın şirket tüzel kişiliği adresine değil, şirketin temsil ve ilzama yetkili kişinin adresine çıkarılması gerekmektedir.

177/4 gereğince çıkarılacak olan davetiyede, duruşmaya gelmediği takdirde şirket hakkında iflas kararı verileceği hususunun özellikle ihtar edilmesi gerekmektedir. Davalı şirket ya da kooperatifin tasfiye halinde olması halinde tebligat tasfiye kurulu ya da tasfiye memuruna yapılır.

Doğrudan doğruya iflas hallerinin borcun ödenmeyeceğinin kuvvetle muhtemel görüldüğü istisnai haller olduğu, bu sebeple takipsiz olarak iflas davası açılabildiğini belirtmiştik. Öğretide, doğrudan iflâsa başvurmayı gerektiren durumlarda, borçlunun borcunu ödemek istemediği veya ödemesinin de zaten mümkün olamayacağına yönelik bir karine vardır.

Bu sebeplerle bu hallerde birincil amaç, borcun ödenmesi değil iflasın açılması olduğundan, İİK’nın 177. maddesi gereğince açılan iflas davalarında uygulanması gereken usulü belirleyen 181. maddesinde, 158. maddeye atıf yapılmadığından davalıya depo emri tebliğine gerek bulunmamaktadır.

Alacaklı, ilamlı icra takibi sonrasında alacağının bir kısmını tahsil etmiş olmakla birlikte tamamını alamamış ise bu durumda da borçlunun doğrudan iflasını talep edebilecektir. Doğrudan doğruya iflas yargılaması devam etmekte iken, taraflarca borcun vadeler halinde ödenmesine dair anlaşma yapılması halinde davadan feragat mümkündür.

Bununla birlikte yapılan anlaşma ile borcun vadeler halinde ödenmesi, ödenmesi halinde davadan feragat edileceğinin kararlaştırılması ve borcun tamamen ifası süreci tamamlanana kadar yargılamanın devamı kanaatimizce mümkün değildir.

Davalının ileri tarihte ödeme taahhüdünün davacı tarafından kabul edilmesiyle, davanın konusuz kaldığı kabul edilmelidir.

Davacının, taraflar arasındaki sulh sözleşmesi hükümlerine göre belirlenen son vadeye kadar yargılamanın devamı kanaatimizce iflas davasını amacından uzaklaştıracaktır. Vadelerin 1-2 ay gibi makul sürede tamamlanması halinde mahkemenin takdiren bu süreyi vermesinde usul ekonomisi yönünden bir sakınca bulunmamaktadır.

Ancak, örneğin 1 seneyi bulan vade sürecini bekleyerek iflas yargılama sürecini devam ettirmek mümkün değildir. Bu halde, tarafların beyanları alınarak taraf iradelerini doğru şekilde tespit ederek davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına ya da şartları oluşmuş ise davalının iflasına karar vermek gerekecektir.