İnançlı İşlemin Temeli
İnançlı işlemler inananın inanılana güvenerek bir malını devrettiği ve ardından inançlı işlemin süresi sona erdiğinde veya amacın gerçekleşmesi ile malın ilk sahibine döndüğü işlemlerdir.
İnançlı işlemler;
- İnanç anlaşması,
- Devir (Tasarruf) işlemi
olmak üzere iki unsurdan meydana gelmektedirler. İnanç anlaşması bir tarafın (inanan) inanç konusu üzerindeki hak sahipliğini diğer tarafa (inanılan) inançlı işlemin süresi sona erdiğinde veya amacı gerçekleştiğinde iade edilmek üzere devrettiği sözleşmedir.
İnançlı işlemler kanun tarafından düzenlenmemiştir. Bununla birlikte, inançlı işlemlerin, muvazaalı olmadıkları veya kanuna karşı hile kastı taşımadıkları takdirde, geçerli oldukları genel olarak kabul edilmektedir.
İnançlı işlemler saf inançlı işlemler ve karma inançlı işlemler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Saf inançlı işlemlerde inananın menfaatleri ön plandadır. Bu tür işlemlerde, inanç konusu malvarlığı değerinin inanılan tarafından yönetilmesi amaçlanmaktadır. Karma inançlı işlemlerde ise, inanılanın menfaatleri ön plandadır. Bu tür inançlı işlemlerde inanan inanç konusunu bir borcunun teminatı olarak inanılana devretmekte, inanılan ise temin edilen borç ödendiğinde inanç konusunu inanana iade etmeyi taahhüt etmektedir.
İnançlı işler; inanç anlaşması ve tasarruf işlemi olmak üzere iki unsurdan oluşur. İnançlı işlemler kanun tarafından düzenlenmemiştir. Bununla birlikte, inançlı işlemler muvazaalı olmadıkça ve diğer geçersizlik sebepleri olmadıkça geçerlidir.
İnançlı mülkiyet nedir?
İnançlı mülkiyet esasında fona inançlı olarak fon kurucusu sahiptir. Tasarruf sahipleri ise fonla ilgili muameleleri yapma yetkisini kurucuya verirler. Bu yetki devri fon içtüzüğü ile olur. Kurucu, fonu bu sözleşme (içtüzük) çerçevesinde ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruyarak yönetmek/yönettirmek zorundadır.
İnançlı İşlemin Tarafları
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnanç Sözleşmesi
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir.
İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. Yargıtay’ın bir kararında ;
“İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.”(Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 31/05/2021 tarih ve 2021/1645 E. – 2021/2939 K. Sayılı kararı) denilmiştir.
İnanç sözleşmesi kapsamında, mülkiyet hakkı teminat amacıyla devredilerek; borçlu (inanan) alacaklıya (inanılan) taşınmazın mülkiyetini, alacağı garanti altına almak amacıyla devretme; alacaklı (inanılan) da bu mülkiyeti garanti kapsamının dışına çıkmayacak şekilde kullanmayı ve alacak ödenince de mülkiyeti geri döndürme yükümlülüğü altına girer. Teminat amaçlı mülkiyet devri iki işlemin yapılmasını gerekmektedir: İnanç anlaşması ve mülkiyetin devri işlemi.
İnançlı İşlemde İspat
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “Delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “Tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir. Yazılı delil veya “Delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.
İspat konusunda bir kaç Yargıtay kararı:
Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2015 tarihli, 2014/14-516 Esas, 2015/2838 sayılı Kararı da bu doğrultudadır.)
“İnançlı işlemde kazandırıcı işlem nasıl bir şekle bağlı değilse, inanç sözleşmesi de bir şekle bağlı olmayıp genel hükümlere göre düzenlenmelidir. Öyle ki menkul veya tapusuz taşınmazların inançlı temliklerinde inançlı işlemin değeri HMK 200. Maddesinde belirtilen değeri geçmediği sürece her türlü delille ispat edilebilir.” (Yargıtay 14. HD 28/09/2009 tarihli 2008/7747E-2009/9880K. Sayılı kararı)
“Konusu menkul ve tapusuz olan inançlı devirler, Medeni Kanunun 763/1(687/1), 977/1(890/1), 979/2(892/2) maddelerine göre hiçbir şekle bağlı olmaksızın zilyetliğin devri suretiyle gerçekleştirildiğinden, dava değeri (inançlı işlemin konusu) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 288. Maddesinde öngörülen miktarı geçmediği sürece, inançlı işlem, tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir.” (Yargıtay HGK 14/07/2010 tarihli 2010/14-394E-2010/395K. Sayılı karar)
“Borçlar Yasasının 18. Maddesinde öngörüldüğü anlamda, akitteki gerçek ve müşterek amaçları satış değil de teminat için temlik olan akdin koşullarını inanç sözleşmesiyle belirleyen tarafların, karşılıklı yükümlülük altına girdikleri 8.1.1991 günlü protokol başlıklı belgeden anlaşılmaktadır.” (Yargıtay 1. HD 24.04.1992 tarihli 1992/2167E-1992/5331K. Sayılı kararı)
İnançlı İşlemde Zamanaşımı
İnançlı işlemlerde zamanaşımı hususunda gerek Türk Borçlar Kanununda (TBK) gerekse diğer mevzuatta bir düzenleme yer almamaktadır. TBK´nun 146. maddesinde zamanaşımı; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu´nun 15.04.2011 Tarih, 2011/13-14 Esas, 2011/189 Karar sayılı ilamında da açıkça değinildiği üzere, on yıllık zamanaşımı süresi inançlı işlemler için de kabul edilmiştir.
İnançlı İşlemde Görevli Ve Yetkili Mahkeme
İnanç sözleşmelerine dayanılarak açılacak davaların tarafların bulundukları yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesinde açılması gerekir. İnançlı işlemlerle yapılan temlikler geçerli olup mülkiyet hakkı karşı tarafa geçmektedir. Bu itibarla inançlı işlem sebebiyle açılan davalarda davacı yolsuz tescile, başka bir anlatımla aynı hakka değil inanç sözleşmesinden kaynaklanan kişisel hakka dayanacaktır.
İnançlı İşlemin Unsurları
İnançlı işlem (fiducie), inanç anlaşması (borçlandırıcı işlem) ve devir işlemi (tasarruf işlemi) olmak üzere iki unsurdan meydana gelen bir hukuki işlemler bütünüdür.
A. İnanç Anlaşması
İnanç anlaşması (fiduziarische Vereinbarung/convention de fiducie); inananın bir eşya üzerindeki ayni hakkı veya bir hakkın sahipliğini inanılana tam olarak devretmeyi; inanılanın ise devredilen eşya veya hakkı inanç anlaşmasının hükümlerine uygun biçimde idare ve/veya muhafaza etmeyi ve inanç anlaşması sona erdiğinde inanana iade etmeyi taahhüt ettiği sözleşmedir. (Reymond, s. 36. Özsunay, Saf İnançlı Muameleler, s. 113. BK-Kramer/Schmidlin, Art. 18, N 123; Dunand, s. 414; Thévénoz/Dunand, s. 487. Thévénoz/Dunand, s. 487; Winiger, Art. 18, N 95. Yargıtay inanç anlaşmasını “inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı işlemin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından kullanılma, yönetilme ve inanana iade şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.” ifadeleriyle tanımlamaktadır. Yarg. 14. HD., 1.3.2007 T., 2007/726 E., 2007/2065 K. (Kazancı Bilişim İçtihat – Bilgi Bankası).
İnanç anlaşması hukuki niteliği itibariyle, kanunda düzenlenmemiş, sui generis bir sözleşmedir. Bu sözleşme ile taraflar inanılanın inanç konusu üzerindeki yetkilerini, inanç konusunun idaresinin ve kullanılmasının şartlarını, inanç ilişkisinin süresini, sona erme sebeplerini, inanç konusunun ne şekilde iade edileceğini dolayısıyla inanç anlaşmasının nasıl tasfiye edileceğini kararlaştırmaktadırlar.
İnanç anlaşması, kanaatimizce inançlı işlemin varlığını ortaya koyabilmek ve taraflar arasındaki irade ile inanılana verilen yetkinin sınırını belirlemek adına büyük önemi haiz olup inançlı işlemin olmazsa olmaz bir unsurunu oluşturmaktadır.
B. Devir İşlemi
İnananın, inanç anlaşması ile aynı zamanda veya daha sonra bu anlaşmanın ifası amacıyla anlaşmaya konu olan şeyi veya hakkı tümüyle inanılana devretmesi devir işlemini oluşturur.
İnançlı işlemin konusunun taşınır, taşınmaz veya bir alacak devri ya da şirket hissesi olmasına göre taraflar arasında yapılacak tasarruf işleminin yapılışı da değişecektir.
İnanç sözleşmesinde inanan inanılana bir taşınırın mülkiyetini devretmeyi taahhüt etmişse, mülkiyetin nakli işlemi (tasarruf işlemi) taşınırın zilyetliğinin inanılana, teslimli veya teslimsiz nakledilmesi suretiyle gerçekleşecektir.
Alacak haklarının inançlı devri ise, ister tahsil amacıyla ister teminat amacıyla yapılsın yazılı şekilde yapılır (BK m. 163).
Hamile yazılı senetlerin inançlı devri senedin zilyetliğinin mülkiyeti devretmek amacı ile inanılana nakledilmesi ile gerçekleşir (TTK m. 559 f. 1).
Emre yazılı senetlerin inançlı devri için ise senedin ciro edilmesi ve buna ek olarak senedin zilyetliğinin mülkiyeti devir amacıyla inanılana nakledilmesi (TTK m. 559 f. 2) olmak üzere iki tasarruf işleminin varlığı gereklidir.
Nama yazılı senetlerin inançlı olarak devri için gerekli olan tasarruf işleminde de senet üzerindeki zilyetliğin devrinin yanında, senette tecessüm eden alacağın da inanılana temliki gerekir (TTK m. 559 f. 2).
Henüz kıymetli evrak niteliğinde bir senede bağlanmamış çıplak paylar da alacağın temliki suretiyle inançlı işlem yoluyla devir konusu edilebilmektedir.
İnanç sözleşmesinin konusu bir taşınmaz mülkiyetinin devri ise, taşınmazın tapu sicilinde inanılan adına tescil edilmesi ile taşınmaz mülkiyeti inanılana devredilmiş olacaktır (MK m. 705 f. 1). İnanç konusu taşınmazın inanandan iktisap edilmesi mümkün olduğu gibi, üçüncü kişiden iktisap edilmesi de mümkündür. Bu sonuncu durumda, inanan ile taşınmaz maliki üçüncü kişi arasında taşınmazın inanılana devri konusunda inanılan lehine bir anlaşma bulunabileceği gibi, böyle bir anlaşma bulunmayıp, inanılanın dolaylı temsilci olarak taşınmazı üçüncü kişiden kendi adına ancak inanan hesabına iktisap etmesi de mümkündür.
Taraflar inançlı işlemde, inananın kendi tasarrufundaki bir hakkını ya da bir alacağını doğrudan inanılana ve sonrasında da kendisine devri hususunda anlaşabilirler. Bu durumda bir inançlı işlem ama iki devir işlemi vardır. Örneğin; C’nin, aralarındaki hukuki bir ilişki nedeniyle, A’ya bir şirketin hisselerini devretme borcu olduğunu varsayalım. Bu durumda A ile C, C’nin bu hisseleri herhangi bir nedenle (mali veya üçüncü kişilerle ilişkisi nedeniyle) önce inanılan B’ye devredilmesi, sonra da bu hisselerin A’ya devri hususunda anlaşabilirler. Bu ilişkide, tek bir inançlı işlem ama iki devir işlemi bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle öncelikle C, A’nın inandığı B’ye devri yapmakta -ki burada B’ye inançlı bir devir vardır- inançlı işlemin amacının gerçekleşmesi veya sürenin sonunda yapılacak ikinci devir işlemi ile de B, şirket hisselerini A’ya devretmektedir. Böylece inançlı işlemin seyri tamamlanarak hukuki işlem sona ermektedir.
İnançlı işlem yazılı olmak zorunda mı?
İnanç Sözleşmesinin Şekli ve İnançlı İşlemin İspatı
İnanç sözleşmesi, kanunda açıkça düzenlenmediğinden bir şekil şartı öngörülmemiştir. Ancak 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında (İBK) inançlı işlemlerin yazılı delil ile kanıtlanabileceği açıklanmıştır.
İnançlı temlik geçerli midir?
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukukî muamelelerden daha güçlü bir hukukî durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin ise borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 26 ve 27. (818 sayılı Borçlar Kanunun 19 ve 20.) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılabilmektedir. Bu nedenle taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Bu durum da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir.
Hak sahipleri, taşınmazı inançlı olarak devretmek istemelerine rağmen tapu müdürlüklerinin bu işlemi yapamaması nedeniyle taraflar tapuda işlemi genellikle satış sözleşmesi şeklinde yapmakta, gerçek iradelerini yansıtan ve gizli işlem olarak gözüken inanç sözleşmesi ise şekil şartını taşımadığından taşınmazların inanç sözleşmesiyle devri mümkün olmamaktadır. Bu nedenle taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukukî sonuç doğuracağı ve sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağı önem taşımakta olup, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
İnanç Anlaşmalarının Geçerliliği
İnançlı devirler, tüm hukuki işlemlerin tabi olduğu genel sınırlamalara (örneğin, MK m. 27; BK m. 19, m. 20) riayet edilmek kaydıyla, hukuken geçerli işlemlerdir.
İnançlı devirlerin, taşınır mülkiyetinin inanılana hükmen teslimle nakline ilişkin MK m. 766’daki durum müstesna, mutlaka muvazaalı olarak veya kanuna karşı hile için yapıldığından söz edilemez.
İnançlı işlemin muvazaalı olduğu veya kanuna karşı hile teşkil ettiği iddia ediliyorsa, bunu iddia edenin ispat etmesi gerekir (MK m. 6).
İnanç anlaşmasının geçerliliği problemi özellikle sebebe bağlı kazandırmalarda öne çıkmaktadır.
Kazandırıcı işlemin geçerliliğinin hukuki sebebin varlık ve geçerliliğine bağlı olması, kazandırıcı işlemin sebebe bağlı olmasını; hukuki sebebin varlık ve geçerliliğinden bağımsız olması ise sebepten soyut olmasını ifade etmektedir.
Hukukumuzda taşınmaz mülkiyetinin devri sebebe bağlı bir işlemdir. Bugün hâkim olan görüşe göre, taşınırlarda da kazandırıcı işlem sebebe bağlıdır. Alacakların devrine ilişkin tasarrufların ise, sebebe bağlı olduğunu savunan yazarlar olduğu kadar sebepten soyut olduğunu savunan yazarlar da vardır. Kazandırıcı işlemin sebebe bağlı olduğunun kabul edildiği durumlarda, tasarruf işleminin geçerliliği bakımından borçlandırıcı işlemin geçerli olup olmadığı meselesi önem arz etmektedir. Bu noktada iki meseleye değinilmelidir. Bunlardan ilki, inanç anlaşmasının tasarruf işlemi bakımından bağımsız bir hukuki sebep teşkil edip edemeyeceğidir. İkincisi ise, gerçek amacı, yani inançlı devir amacını dışarıya yansıtmayan bir başka sözleşme kisvesi altında gizlenen inanç anlaşmalarına geçerlilik tanınıp tanınamayacağı meselesidir.
Taşınmazlara İlişkin İnançlı İşlemin İspatı
Uygulamada taşınmazların inançlı devri hukuki sebep olarak satım sözleşmesi gösterilerek gerçekleştirilmektedir. Taşınmazların inançlı temlikinde resmi şekilde düzenlenen taşınmaz satım sözleşmesinde taşınmazı devralanın devredene iade yükümlülüğüne yer verilmese de taraflar taşınmazın belirli koşullar gerçekleştiğinde devredene iade edileceği konusunda aralarında anlaşmaktadırlar. Burada ispat konusu mesele, BK m. 18 f. 1 hükmünden hareketle, satım sözleşmesi görünümünde gerçekleşen resmi şekle uygun sözleşmenin esasen bir inanç sözleşmesi olduğunun ispatıdır. Yani, görünürde her ne kadar taşınmazın ileride kendisine iade edileceği hususuna yer vermeyen ve satım sözleşmesi olarak adlandırılan bir sözleşme söz konusu olsa da, esasen inanan, inanılan ile arasındaki bu sözleşmenin bir inançlı devir sözleşmesi olduğunu iddia etmektedir. Yoksa satım sözleşmesinden ayrı olarak akdedilmiş geçerliliği şekle bağlı bir sözleşmenin varlığını iddia etmemektedir. Burada senede, yani resmi şekilde akdedilen satım sözleşmesine karşı bir iddia ileri sürüldüğünden, “senede karşı senetle ispat kuralı” 59 (HMK m. 201; HUMK m. 290) geçerlidir. Görünürdeki sözleşmenin aslında inanç anlaşması niteliğinde olduğu yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı ve onu tamamlayan belgelerle ispatlanabilecektir.
İnançlı İşlemin Hüküm ve Sonuçları
Doktrindeki hâkim görüş olan “tam hak iktisabı teorisine göre, inanç anlaşmasının ifası amacıyla gerçekleştirilen inançlı devir işlemi ile birlikte inanılan, herhangi bir kazandırmada olduğu gibi, kendisine devredilen hakkın tam olarak sahibi olmakta; inanç konusu eşya veya hak inanılanın malvarlığına dâhil olmaktadır.
İnanılan, dış ilişkide, inanç konusu üzerinde her tür tasarrufta bulunabilmekte, örneğin, inanç konusunu üçüncü kişiye devredebilmekte veya inanç konusunun üzerinde sınırlı bir ayni hak tesis edebilmektedir. Oysa inanılanın iç ilişkide inanç konusunu amaca uygun kullanmak ve onun üzerinde ancak inançlı işlemin amacının gerekli kıldığı oranda tasarrufta bulunmaya yetkilidir. Bunun sonucunda da inançlı işlemlerde inanç konusu hakkı tam olarak kazanan inanılan, üçüncü kişilerle ilişkilerinde, daima inanan ile iç ilişkisi gereği yetkili kılındığından daha fazlasını yapmaya muktedir olmaktadır.
Tarafların inanç anlaşmasından kaynaklanan hak ve borçları belirlenirken, öncelikle inanç anlaşmasındaki düzenlemenin, anlaşmada düzenleme olmayan konularda, saf inançlı işlemlerde vekâlet hükümlerinin, karma inançlı işlemlerde ise rehin ve vekâlet hükümlerinin kıyasen uygulanması gerekir.
Saf inançlı işlemlerde; inanılan, vekâlet sözleşmesi hükümlerine kıyasen, inanç konusunu özenle idare etmek (BK m. 390 f. 2), inanana hesap vermek (BK m. 392 f. 1), sır saklamak, inanç ilişkisi sona erince inanç konusunu inanana iade etmek (BK m. 392 f. 1) ile yükümlü olup; inanç konusunun idaresi sırasında zarara uğramışsa inanandan zararının tazminini isteme (BK m. 394 f. 2), kararlaştırılmışsa veya halin icabı gerektiriyorsa inanandan ücret talep etme (BK m. 386 f. 3) hakkına sahiptir.
Karma inançlı işlemlerde; inanılan, inanç konusunu özenle muhafaza etmek ve kullanmak (BK m. 390 f. 2), inanç konusu üzerinde teminat amacının gerekli kılmadığı tasarruflarda bulunmamak (MK m. 945 f. 2), inançlı işlemle teminat altına alınan borcun ödenmesi halinde inanç konusunu inanana iade etmekle (BK m. 392 f. 1) yükümlü olup; inanç konusunun kendisine devrini talep etme, borcun ödenmemesi halinde inanç konusunu paraya çevirip alacağını bu tutardan karşılama haklarına sahiptir.
Karma inançlı işlemlerde inanan borcunu ödemediği takdirde inanç konusunun paraya çevrilmesine katlanmak zorunda ise de, satış bedelinden alacak karşılandıktan sonra kalan kısmın iadesini inanılandan talep etme hakkını haizdir. İnananın inanç ilişkisi sona erdiğinde inanç konusunun iadesini talep etme hakkı, ayni değil, şahsi bir hak olduğundan, inanılanın inanç konusunu iade etmekten kaçındığı durumlarda, inanan inanılana karşı istihkak davası açamaz. O halde örneğin inanç konusu bir taşınmaz olup da tapu sicilinde maliki halen inanılansa, inananın iade için açacağı dava tescile zorlama davası (MK m. 716) olmalıdır. Ancak Yargıtay bu tür durumlarda açılan yolsuz tescilin düzeltilmesi davasını (MK m. 1025) da kabul etmektedir.
İnananın inanç sözleşmesinden doğan talepleri, onun ancak inanılana karşı ileri sürebileceği şahsi talepler olduğundan, inanç anlaşması ile inanılanın inanç konusu üzerindeki yetkilerine getirilen sınırlama onun inanç konusunu devrettiği üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez. İnanç konusunu üçüncü kişiye devreden veya inanç konusu üzerinde sınırlı ayni hak tesis eden inanılan karşısında, inananın inanılana karşı başvurabileceği hukuki yol inanç anlaşmasının hükümlerine aykırı davranan inanandan BK m. 96 uyarınca tazminat talep etmektir.
İnanç konusunu devralan üçüncü kişi, inanç konusunu devredenin inançlı malik olduğunu bilse, yani kötü niyetli olsa dahi, inanan üçüncü kişiye karşı istihkak davası açamaz. Ancak inanç konusu eşya veya hakkı devralan üçüncü kişi inanana zarar verme kastı ile hareket etmişse, inanan kötü niyetli üçüncü kişiye karşı da BK m. 41 f. 2’ye dayalı olarak tazminat davası açabilir.
İnançlı devirle birlikte inanılanın herhangi bir kazandırmada olduğu gibi inanç konusunu kazanmasının icra-iflas hukuku bakımından da önemli sonuçları vardır. İnanılanın alacaklıları inanç konusu eşya veya hakkı cebri icra takibine konu edebilirler. Bu durumda, inanan, hacizli mala istihkak iddiasında bulunamaz; adi bir alacak olan inanç konusunun iadesine ilişkin alacağına dayanarak, takibe katılabilir. Öte yandan, inanılanın iflası halinde, inanç konusu eşya veya hak iflas masasına dâhil olur. Bu durumda, kural olarak, inanan istihkak iddiasında bulunarak inanç konusunu masadan çıkartmaya yetkili değildir; onun yapabileceği, inanç konusunun iadesine ilişkin alacak hakkı için iflas masasına başvurmaktır. Bu durumun alacaklar ve taşınırlar bakımından bir istisnası BK m. 393’ten doğmaktadır.
İnançlı İşlem-Muvazaa
Muvazaa tarafların bilerek ve isteyerek gerçek iradelerini yansıtmayan bir işlem yapmasıdır. İrade ve beyan arasında uyumsuzluk ise işlemin geçersiz olmasına neden olur. Taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Taşınmaz mülkiyetinin devrinin inançlı işlemle temliki ise inançlı işlemlerin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmaktadır. Bu çalışmamızda öncelikle inançlı daha sonra ise muvazaalı işlemler üzerinde durulmaktadır. Bu açıklamalardan sonra muvazaa ve inançlı işlemler kıyaslanmaktadır.
İnançlı İşlem Sözleşmesi ve Muvazaalı İşlem Arasındaki İlişkiye bakıldığında;
I. Benzerlikler
İnançlı işlem sözleşmeleri ve muvazaalı işlem sözleşmeleri arasında pek çok yönden benzerlik bulunmaktadır. Bu benzer yönler aşağıdaki şekildedir:
1. İrade Beyanı
Her iki sözleşmede de dış dünyaya karşı farklı bir görünüş yaratma amacı vardır. Bu görünüşü sağlayabilmek açısından, iradelerin açıklanmasında hiçbir farklılık bulunmamaktadır.
2. Dış Görünüş Her iki durumda da taşınmazı devralan kişi; tapusuz taşınmazlarda zilyet olması, tapulu taşınmazlarda ise taşınmazın tapuda adına kayıtlı bulunması nedeni ile dış dünyaya karşı malikin tüm hak ve yetkilerini taşıyan kişi olarak gözükür.
3. İç İlişki Muvazaalı işlem ve inançlı işlem sözleşmelerinde, sözleşmenin tarafları arasındaki iç ilişki yönünden de benzerlik bulunmaktadır. Devralan kişi dışa karşı; kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkilerinin tümüne sahip, tam bir malik olarak gözükür fakat inançlı işlem sözleşmesinde, davalının yetkileri inanç anlaşması ile sınırlanmıştır. İnanılan, sözleşmede belirtilen şartlara göre taşınmazı kullanma, amacın gerçekleşmesi veya sürenin dolması ile o malı veya hakkı tekrar devretme yükümlülüğü altına girmiştir. Muvazaalı işlem sözleşmelerinde ise mal veya hak devredildiği takdirde taraflar, muvazaa anlaşması ile bu devrin hüküm doğurmayacağını, sözleşmenin taraf ve şartlarının görünürdeki sözleşmede açıklandığı gibi olmadığını kararlaştırmaktadır. Görüldüğü üzere, her iki durumda da iç ilişki yönünden kısmi bir benzerlik bulunmaktadır.
4. Yükümlülük Her iki durumda da devralan kişi, birtakım yükümlülükler altına girmektedir. İnançlı işlem sözleşmesinde inanılan, inanç konusunu, inanç anlaşmasının amacına uygun olarak kullanmayı, amacın gerçekleşmesi veya sürenin dolması durumunda tekrar iade etmeyi yüklenirken; muvazaalı işlemde devralan, muvazaalı işlem ile devrin geçerli olmadığını kabul ederek, aldığı malı veya hakkı gerçek malike iade etmeyi üstlenir.
II. Farklılıklar
Taraflar, muvazaalı işlemlerde (mutlak muvazaada) muvazaalı işlemin konusu olan malı veya hakkı devretmeyi hiç istemezler ancak inançlı işlem sözleşmelerinde devir gerçekten istenmiştir. Diğer bir anlatımla, her iki sözleşmede de taraflar kazandırmayı istemişlerdir ancak kazandırmanın hüküm ve sonuçlarını sınırlamıştır.
İnançlı bir kazandırma işleminde, mülkiyetin devredilmesi hiç istenmemiş ise muvazaalı bir temlik (devir) var demektir. Muvazaanın oldukça geniş bir kavram olması nedeniyle, karşı tarafa ulaşmak şartıyla tüm irade beyanlarında ve tek taraflı hukuki işlemlerde muvazaanın var olabilmesi mümkündür. Başka bir anlatımla muvazaa tek taraflı veya iki taraflı sözleşmelerde ortaya çıkabileceği gibi hem borçlandırıcı hem de tasarrufi işlemlerde de var olabilir.
Oysa inançlı işlem sözleşmesi, hakkın kullanılması ile ilgili olduğundan ancak tasarrufi işlemlerde söz konusu olabilir. Muvazaalı işlemler açısından, muvazaanın tespiti veya iptali için açılacak bir davada muvazaanın varlığının ileri sürülmesi bir süreye bağlı değildir.
İnançlı işlem sözleşmelerinde ise, inananın inanç konusu taşınmazı inanılandan iade etmesini isteme hakkı kişisel bir hak niteliğinde olduğundan, Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabidir.
Tam hak iktisabı teorisine göre, inanç konusu inanılana geçtiğinden, inanılanın iflası halinde inananın, inanç konusu mal veya hakkı iflas masasından çıkarması mümkün değildir ancak üçüncü kişilere karşı kanıtlandığı takdirde, görünürdeki malikin iflası durumunda, gerçek malikin muvazaa konusunu iflas masasından çıkarabilmesi mümkündür.
Muvazaanın varlığı kanıtlandığı takdirde, yani muvazaa konusunun devreden kişinin malı veya hakkı olduğunun saptanması halinde, devreden kişinin alacaklıları muvazaa konusu üzerinde cebri icra takibi yapabilirler. Buna karşılık, inançlı işlemle yapılan temliklerde (devirlerde) inanç konusu mal veya hak geçerli bir sözleşme ile devredildiğinden, üçüncü kişi durumundaki alacaklıların açacakları bir iptal davası ile sözleşmenin iptali söz konusu olabilir.
Şüphe yok ki taşınmaz yine inanılanın malvarlığında kalır (Sözleşmenin taraflarından biri, inanç anlaşmasına dayanarak sözleşmenin dışında tapunun da iptalini isteyebilir). Böylece üçüncü kişilerin alacağının tahsili sağlanmış olur.
Mal veya hakkın satışından artan kısım, yine inanılan (devralan) kişinin olur, inananın malvarlığına dönmez.
Her iki işlemin de kurucu unsurları olan inanç anlaşması ve muvazaa birbirinden tamamen farklıdır.
İnanç anlaşması, inanılanın yükümlülüklerini, inanç konusu mal veya hakkın kullanılma ve tekrar iade şartlarını düzenler. Buna karşılık, muvazaa sözleşmesi ise yapılan işlemin sonuçlarını tamamen veya kısmen ortadan kaldırır. Muvazaada gizli sözleşme (muvazaa sözleşmesi), açığa vurulan görünüşteki sözleşmenin (kazandırıcı işlemin) hükmünü tamamen (nisbi muvazaada kısmen) ortadan kaldırsa da, inançlı işlemlerde, inanç anlaşması hakkın devri işlemlerini tamamlar.
Türk hukukunda inançlı işlemler doğrudan düzenlenmemiştir. İnançlı işlemler, öğreti ve yargı kararları ışığında pozitif Türk hukukunda yerini almıştır. İnançlı işlem daha çok teminat amacıyla bir malın inanılan kişiye inançlı temlik yoluyla devrinin ardından malın tarafların anlaştığı şartlarda geri inanılana naklini ifade en işlemdir. İnançlı işlemin var olabilmesi için iki temel unsurun bulunması gerekmektedir. Bu unsurlar; inanç anlaşması ve devir işlemidir. İnanç anlaşmasında yer alan hükümlere göre inanç anlaşması iki türde karşımıza çıkar; saf inanç anlaşması ve karma nitelikte inanç anlaşması.
Muvazaa kavramı, Türk hukukunda doğrudan düzenlenmiş ancak varlığı kabul edilen bir kavramdır.
Muvazaa, tarafların bilerek ve isteyerek irade beyanı ile irade arasında bir uyumsuzluk yaratmasıdır. Taraflar muvazaada irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşırlar. Yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse, muvazaadan söz edilir.
TBK m. 19 uyarınca muvazaa anlaşmaları geçersiz sayılır. Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmi şekilde yapılabilmektedir. Ancak tapu müdürlükleri inanç anlaşmasını yapmamaktadır. Bu da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karışmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. İnançlı işlem, muvazaa ve inançlı işlemde muvazaaya özellikle aile şirketleri ile kurumsallaşmamış küçük şirketlerde de sık sık rastlanılmaktadır.
Şirket yöneticisi olan kişiler, diğer aile üyelerinden veya diğer ortaklardan şirket malvarlığını kaçırmak için değişik yollara başvurdukları görülmekte olup, çoğu zaman dava konusu olmadan dar bir çevre içinde bu sorunların aşılması yoluna gidildiği görülmektedir. Zira bu tür uyuşmazlıklarda vakıalardaki ispat külfeti veya uzun dava süreci ile dava masrafları olayın yargıya taşınmasını engellemektedir. Yargıya taşınmış ender hadiselerde de doğru hukuki nitelendirme ve isabetli gerekçeler ortaya konulamadığı görülmektedir.
İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun mülkiyetinin önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Yargıtay’a göre, “inanç özleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır”.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun verdiği bir karara göre ise, “inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve halen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir.”.
Görüldüğü üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukuki işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında da kendisine bu malın geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.
İnançlı İşlemin Muvazaadan Farkı
İnançlı işlem kavramı, Borçlar Kanunu’nda doğrudan düzenlenmiş ve tanımlanmış bir kavram değildir.
Doktrinde inançlı işlem (Fiducia); inananın, kendisine ait bir malvarlığı değerini, idare edilmek veya teminat oluşturmak amacıyla, belirli süre sonunda veya amaç gerçekleşince kendisine iade edilmek üzere inanılana kazandırdığı hukuki ilişki olarak tanımlanmaktadır. Yargıtay kararlarında ise inançlı işlem “inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemler” olarak tanımlanmaktadır.
Muvazaalı işlemlerde taraflar bilerek, gerçek iradelerine uymayan, sadece görünüşte bir sözleşme yapmakta ve bu sözleşmeyle gerçek amaçlarını gizlemektedirler. Muvazaa anlaşması ile de görünüşteki bu sözleşmenin hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacağını kararlaştırmakta veya görünüşteki sözleşmenin vasfını, taraflarını veya bir unsurunu değiştirmektedirler.
Muvazaalı sözleşmelerde taraflar muvazaa konusu şeyi devretmeyi hiç arzu etmezken inançlı sözleşmelerde devir gerçekten taraflarca istenmektedir.
Muvazaa tek taraflı veya iki taraflı sözleşmelerde mümkün olduğu gibi, hem borçlandırıcı hem de tasarrufi işlemlerde de yapılabilir. Fakat inanç sözleşmesi hakkın kullanılmasıyla ilgili olduğundan ancak tasarrufi işlemlerde söz konusu olur. Muvazaalı sözleşmelerde muvazaanın tespiti veya iptali için açılacak davalarda muvazaanın varlığının ileri sürülmesi herhangi bir süreye bağlı değildir. İnançlı sözleşmelerde ise inananın, inanç konusu malı inanılandan iade etmesini isteme hakkı, bir kişisel hak niteliğinde olduğundan zamanaşımına tabidir.