Sadece mağdur beyanı ile ceza verilir mi
Ceza muhakemesi hukukunda, serbest delil ve değerlendirme sistemleri benimsenmiştir. Dolayısıyla hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delil ispat vasıtasıdır ve hâkimin vicdani kanaatini etkilemesi ihtimali düşüktür.
Mağdurun yahut suçtan zarar görenin davaya katılsa da katılmasa da doğru söylemesini sağlamak adına yemin yükümlülüğü bulunmamaktadır. Zira zaten ceza yargılamasında yemine, tarafsız konumda olanlar (tanık, bilirkişi, vs.) bakımından başvurulmaktadır.
Katılan, mağdur yahut suçtan zarar gören olarak ceza yargılamasında yer alan süjelerin maddi vakıada tarafsız olamayacağı kabul edilmektedir.
Beyan delili, ispat hukukunda ayrı bir değere sahip olup, çoğu yargılama konusu olayın ispatını sağlayan tek delil de olabilmektedir. Tek delil olma sebebi, olayı gören, yaşayan, duyan, bilen sadece tek bir kişi olması sebebiyle, sadece bu kişinin beyanının bulunmasıdır.
Hata, kasti olarak yanılma, sapma ihtimali beyan delili bakımından her zaman mevcut olabilir. Bu nedenle, çoğu zaman sanığın suçu işlediğine ilişkin ikrarı veya mağdurun suç isnadında bulunduğu beyanı esas alınarak kurulan mahkumiyet hükümleri, beyan delilini destekleyen başka delilin bulunmaması ve şüphenin aşılamamış olması, kuşku sınırını aşacak kesin ve inandırıcı delil bulunmaması gerekçeleriyle, istinaf kanun yolu başvurusunda Bölge Adliye Mahkemesince mahkumiyet hükmünün kaldırılmasına, temyiz kanun yolu başvurusunda Yargıtay tarafından bozulmasına karar verilmektedir.
Mağdurun, sanığa bir düşmanlığının bulunabileceği, kin ve nefret duygularıyla hareket edebileceği bazı olaylarda olası olduğundan, bu nedenle sanığa daha çok zarar vermek amacıyla isnadı ağırlaştırmaya çalışabileceği veya gerçekte işlenmiş bir suç olmamakla birlikte nefret, intikam, menfaat temini gibi sebeplerle gerçeğe aykırı beyanda bulunabileceği Mahkemece göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmalıdır. Doktrinde ve Yargıtay’ ın kararlarında, mağdurun beyanının delil değerine bakılırken, mağdurun yaşı, kişiliği, ruhsal rahatsızlığı olup olmadığı, beyanlarının çelişkili olup olmadığı, mağdur ve fail arasındaki ilişki, mağdurun güvenilirliği, sanığın savunmalarının çelişki içerip içermediğine bakılmalı ve bu araştırmalar yapılarak sonuca gidilmelidir.
Ceza dava dosyasındaki tek delil mağdurun beyanı ise ve Mahkeme mağdurun beyanını esas alarak hüküm kuruyor ise, hangi sebeplerle mağdurun beyanının güvenilir olduğunu ve mağdurun beyanını sanığın beyanından üstün tutma gerekçesini, somut ve inandırıcı gerekçelerle ortaya koymalıdır.
Öte yandan ispat bakımından sorun teşkil eden cinsel suçlarla ilgili olarak Yargıtay, “her ne kadar delil olmasa da şikâyetçi kadının beyanı esas alınarak sanığın cezalandırılmasına”, şeklindeki gerekçesi ile mağdurun beyanına atfedilmiş olan değer itibarıyla, Doktrin ve uygulamada değerlendirilmektedir.
Doktrinde bu konu ile ilgili olarak, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde farklı beyanlarda bulunan mağdurun ya da tanığın beyanının hükme esas alınmaması gerektiği, zira hangi aşamada tanığın, mağdurun veya sanığın doğruyu söylediğini tespit etmenin mümkün olamadığı, çelişkili ifade varsa eğer ve çelişki mantık çerçevesinde ve şüpheden uzak bir şekilde giderilememişse, tam olarak giderilemeyen şüphe sebebiyle sanığa beraat verilebileceği değerlendirmeleri mevcuttur.
Cinsel suçlar, genellikle kadınlara ve çocuklara karşı işlenmektedir. Cinsel amaçlı davranış, cinsel suçun işlendiği kişinin yakınlarında bulunan insanlar tarafından ve gözden uzak, kapalı, gizli alanlarda gerçekleştirilmektedir. Bu gibi durumlarda cinsel suçların ispatı bakımından ciddi sıkıntılar vardır. Özellikle mağdurun çocuk olması halinde, suç teşkil eden fiilin meydana gelip gelmediği veya ne şekilde meydana geldiğine dair yargılamada olayın tespiti yönünden ciddi sorunlar yaşanabilmektedir.
Doktrinde, çocukların kendilerine yönelik istismar niteliğindeki davranışları tasvirine her koşulda itibar edilmesi gerektiği ve çocuğun cinsel ve entelektüel deneyim sahibi olmamalarından ötürü böyle bir hikaye uydurmaya ehil olmadığı yönündeki kanaate göre sanığın cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiğine değinilmektedir.
Benzer şekilde Ceza Muhakemesi Hukukumuzda olayın özelliğine göre, dolaylı yoldan bilgi veren beyanlara da itibar edilebileceği, özellikle cinsel suç mağduru kişinin olayı anlattığı kişi dışında bir tanığın bulunmadığı haller veya ölümünden hemen önce mağdurun olayı herhangi bir kişiye aktardığı hallerde tanık beyanına duyulan ihtiyaç ve beyanın olayı açıklayacağına bakılarak dolaylı tanıklığın delil olarak kabul edilebileceği ileri sürülmüştür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 24.05.2016 tarihli ve 2014/676 E., 2016/262 K. sayılı kararı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2014/13-676 E. , 2016/262 K.
Sanık …’nın konut dokunulmazlığının ihlali suçundan TCK’nun 116/1. maddesi uyarınca altı ay hapis, hırsızlık suçundan aynı kanunun 142/1, 53/1 ve 63. maddeleri gereğince iki yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, … Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine …. Ceza Dairesince … gün ve … – … sayı ile; “Kolluk tarafından yapılan çalışmalar sonucu sanığın bazı şahıslara elektronik eşya sattığının öğrenilmesi üzerine, kendisine televizyon satılan tanığın evinde mahkeme kararıyla yapılan aramada, müştekiye ait cins ve özellikleri yazılı televizyonun ele geçirildiği ve tanık …’nün televizyonu fotoğrafından teşhis ettiği sanığın kendisine sattığını beyan ettiği, sanığın adı geçen şahsı tanıdığına ilişkin beyanlarının çelişkili olduğunun anlaşılması karşısında tebliğnamenin bozma isteyen görüşü benimsenmemiş, mala zarar verme suçundan zamanaşımı içerisinde işlem yapılması olanaklı kabul edilmiştir. Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hâkimin takdirine göre, temyiz talepleri yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin tebliğnameye aykırı olarak onanmasına” karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile; “Uyuşmazlık, sanığın üzerine atılı suçları işleyip işlemediğine yani sübuta ilişkindir. Somut olay incelendiğinde; ilçe merkezinde ikamet eden müştekinin evine kapı kilidi kırılmak suretiyle girilip televizyon, video oynatıcı, hoparlör, hafıza kartı, uyku seti, yatak örtüsü, otuz çift patik çorap alınmasından sonra yapılan soruşturmada, kendisine nasıl ulaşıldığına ilişkin dosya içerisinde herhangi bir bilgi veya belge bulunmayan tanığın evinde mahkeme kararı ile arama yapılarak çok sayıda benzer elektronik eşyanın yanında, müştekinin evinden çalınan televizyon ele geçirilmiştir. Televizyonun ele geçirilmesi ve hırsızlık olayının polis tarafından bilinmesi sebebiyle nasıl temin ettiği sorulduğunda, adlarını bilmediği şahısların evine getirip sattığını, sonraki beyanında pazaryerinde satın aldığını savunduğu, eşkâl bilgilerinden sanığa ulaşıldığında fotoğrafından televizyonu satan kişi olarak sanığı teşhis ettiği anlaşılmaktadır. Sanık suçlamaları kabul etmemiş, olay yerinde yapılan araştırma sonucu müştekinin kızınınkinden başka parmak izi veya teknik delil elde edilememiştir. Bu duruma göre sanığın atılı suçu işlediğini kabule götürecek, evinde suça konu televizyon bulunan tanığın önce evine getirildiğinde satın aldığı, sonrasında pazaryerinde satın aldığı şeklinde çelişkili beyanından başka delil yoktur. Esasen tanık suça konu teşkil ettiği müştekinin teşhisiyle kesinlik kazanan televizyonun evinde ele geçmesi nedeniyle hırsızlık, kabulüne göre ise suç eşyasını satın alma suçunun şüphelisi durumundadır ve nitekim hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu sebeple, tanığın beyanları kendisi de soruşturma ve kovuşturma tehdidi altında olduğu için atfı cürüm mahiyetinde değerlendirilip hükme esas alınmamalıdır. Zira bu tanığın isnadını doğrulayan sanığın atılı suçu işlediğini gösteren başka bir yan delil mevcut olmayıp, tanığın beyanı mahkûmiyete yeterli değildir” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire onama kararının kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün bozulması isteminde bulunmuştur. CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 17.09.2014 gün ve 27680-25862 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın konut dokunulmazlığının ihlali ve nitelikli hırsızlık eylemlerinin sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Katılanın evine hırsız girdiği, televizyon, video oynatıcı, hoparlör, hafıza kartı, yatak örtüsü takımı, uyku seti ile otuz çift çorabının çalındığını belirterek şikâyetçi olduğu, Olay mahallinde yapılan araştırma sonucu alınan parmak izlerinin katılanın kızına ait olduğunun belirlendiği, Kolluk görevlileri tarafından yapılan araştırma sonucu elinde ilçede meydana gelen hırsızlık suçuna konu olabilecek bazı eşyalar bulunduğu tespit edilen ve tanık olarak dinlenen … isimli şahsın ikametgâhında sulh ceza mahkemesinden alınan karar uyarınca yapılan arama neticesi bulunan ve katılana ait olduğu belirlenen televizyona el konulduğu, adı geçen şahıs hakkında hırsızlık suçunu işlediğine ilişkin, cezalandırılmasını gerektirir somut ve yeterli delil elde edilemediğinden ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, Katılanın arama sonucu ele geçirilen televizyonun kendisine ait olduğunu belirleyip faturasını ibraz ettiği, Kolluk görevlilerince yalnızca sanığın fotoğrafı gösterilmek suretiyle gerçekleştirilen teşhis işlemi sonucunda düzenlenen tutanakta; ilçede meydana gelen hırsızlık olayları ile ilgili yapılan araştırma neticesi, bir evde çok miktarda çalıntı elektronik eşya bulunduğu, eşyaların … tarafından getirildiği, söz konusu eşyalar arasında bulunan renkli televizyonun … isimli şahsa satıldığının bildirilmesi üzerine sulh ceza mahkemesinden alınan arama kararına istinaden adı geçen şahsın evinde yapılan arama neticesi bulunan televizyona el konulduğu, evrakın incelenmesinde söz konusu televizyona ilişkin çalıntı kaydı bulunduğu, asayiş büro amirliğine çağrılan şikâyetçinin televizyonun kendisine ait olduğunu tespit edip satış faturasını ibraz ettiği bilgilerine yer verildiği, Tanık …’nün teşhis işlemi esnasında; suça konu televizyonu kendisine satan şahısları görmesi durumunda tanıyıp teşhis edebileceğini, ancak isimlerini bilmediğini belirtmesi üzerine, müdafii hazır bulunduğu halde kendisine sanığa ait olup sistemde kayıtlı bulunan fotoğraf gösterildiğinde, televizyonu kendisine satan şahsın, eşkâl bilgilerini verdiği ve fotoğrafını gördüğü şahıs olduğunu, kendisiyle yüzleşebileceğini, birebir görmesi halinde canlı olarak da teşhis edebileceğini belirttiği, Kollukta; polis tarafından evinde arama yapılarak bazı eşyalarının alındığını eşinden öğrendiğini, ertesi gün karakola gittiğini, evinde yapılan arama neticesi bulunan televizyonu bir hafta önce evinin bulunduğu mahallede işten geldiği akşamüstü şahsen tanıdığı, isimlerini bilmediği, ancak görmesi halinde teşhis edebileceği biri onsekiz yaşlarında, orta boylu, esmer, sakallı, orta kilolu, diğeri uzun boylu, yirmi yaşlarında, düz siyah saçlı, saçlarının arkası uzun, zayıf yapılı iki kişinin, annelerinin hasta olması nedeniyle paraya ihtiyaçları olduğunu satmak istediklerini söylemeleri üzerine pazarlık yaparak satın aldığını, televizyonun çalıntı olduğunu bilmediğini, fotoğrafları gösterilen sanık dışındaki şahısları tanımadığını söylediği, Talimat duruşmasında; pazaryerinde seyyar halı ve kilim sattığı sırada sanığın yanına gelip satılık televizyon olduğunu söylediğini, televizyona ihtiyacı olduğu için pazarlık sonucu 250 Liraya satın aldığını, televizyonun hırsızlık suçuna konu olduğunu bilmediğini, talimat mahkemesince gösterilen fotoğrafın sanığa ait olduğunu, sanığı alışveriş yaparken gördüğünü, daha önceden tanımadığını, kendisine televizyon satan şahsın sanık olduğunu ifade ettiği, Sanığın kollukta; suça konu olan televizyonu kendisinden satın aldığını beyan eden … isimli şahsı mahalleden komşusu olması nedeniyle tanıdığını, ancak samimi olmadığını, kendisine kesinlikle televizyon satmadığını, suçlamaları kabul etmediğini, Cumhuriyet savcılığında; kimsenin evine girmediğini, suçlamaları kabul etmediğini, … isimli şahsı tanımadığını, kendisini fotoğrafından tanıyıp kesin olarak teşhis ettiğine ilişkin beyanını kabul etmediğini, bu konuda yanlışlık yapmış olabileceğini, Sorguda; şikâyetçinin evinden hırsızlık yapmadığını, tanığın kendisini fotoğraflardan teşhis etmesine rağmen bu konuda bir yanlışlık yaptığını, yüz yüze geldiklerinde televizyonu satan şahsın kendisi olmadığını söyleyebileceğini, Duruşmada; suçlamayı kabul etmediğini, kimseye televizyon satmadığını, müştekiyi ve televizyonu kendisinden satın aldığını söyleyen şahsı tanımadığını, teşhis tutanağını kabul etmediğini savunduğu, Anlaşılmaktadır. Amacı her somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan ve Latince; “in dubio pro reo” olarak da ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü bir ceza davasında sanığın cezalandırılmasına karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık lehine değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ve gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi durumunda da geçerlidir. Sanığın üzerine atılı bulunan suçlardan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye yer vermeyecek kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaatlere değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa ihtimale dayanılarak sanığın mahkûmiyetine karar vermek, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm kurmak anlamına gelecektir. Ceza yargılaması, failin suçu işlediği yönünde ve hakkında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte şüphe bulunup bulunmadığının tespit edildiği soruşturma evresi ile başlar ve kamu davası açılmasını gerektirir yeterlilikte delil elde edilememesi veya en azından kuşku bulunamaması halinde kovuşturmaya yer olmadığına, dava açılmasını gerektirir yeterlilikte bir şüphe veya delil bulunması halinde ise iddianame tanzim olunarak açılan kamu davasının yapılan yargılaması neticesinde kanunda belirtilen hükümlerden birinin verilmesi ve hükmün kesinleşmesi ile sona erer. Kovuşturma evresi sonucunda mahkemece değerlendirilen deliller, suçun var olduğu ve yargılamaya konu olan fiilin sanık tarafından işlendiği hususunda yeterli vicdani kanaat oluşturuyorsa mahkûmiyet hükmü kurulacak, aksi durumda sanığın beraatına karar verilecektir. Ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşmada kullanılan kanıtlardan biri de “beyan” delilidir. Beyan; tanığa, sanığa veya sanığın dışındaki taraflardan birine ait olabilir. Özellikle tanık veya suça iştirak edenlerden birisinin anlatımı, eylem hakkında bilgisi bulunan kişilerin beyanı olması, soruşturmayı esaslı surette kolaylaştırması ve özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun bulunduğunun saptanması durumunda hâkimin vicdani kanaatinin oluşmasında olumlu katkısının bulunması itibariyle önemli bir sübut vasıtasıdır. Ceza Muhakemesi Kanununun “Delilleri Takdir Yetkisi” başlıklı 217. maddesinde de; “1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. 2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” hükmü yer almaktadır. Buna göre, vicdani delil sisteminin geçerli olduğu ceza yargılaması hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan tanık veya suça iştirak edenlerin beyanlarının da, dosyada varlığını koruyan diğer bütün deliller gibi hâkim tarafından serbestçe takdir edilip değerlendirilmesi gerekmektedir. Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi bakımından teşhis işlemi üzerinde de kısaca durulması gerekmektedir. Teşhis işlemi; 02.06.2007 tarih ve 5681 sayılı Kanunun 5. maddesiyle 2559 sayılı Polis Vazife Ve Selahiyet Kanununun Ek 6. maddesinde yapılan değişiklikle mevzuatımıza girmiş, anılan maddede teşhis işleminin ne şekilde gerçekleştirileceği; “Polis, olaydaki failin gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir. … İşleme başlanmadan önce teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birden fazla ve aynı cinsten olması, aralarında yaş, boy, ağırlık, giyinme gibi görünüşe ilişkin hususlarda benzerlik bulunması gerekir. Teşhis için gerekli olması halinde şüphelinin görünüşü ile ilgili gerekli değişiklikler yapılabilir. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin her birinde teşhis sırasında bir numara bulundurulur. Teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birbirini görmemesi gerekir. Teşhis işlemi en az iki kez tekrarlanır ve teşhiste bulunması istenen kişiye şüphelinin teşhis edilecek kişiler arasında yer almıyor olabileceği hatırlatılır. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin, bu işlem sırasında birlikte fotoğrafları çekilerek veya görüntüleri kayda alınarak, soruşturma dosyasına konur. Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir. Teşhis işlemi tutanağa bağlanır” şeklinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Teşhis işlemi, uygulamada özellikle hırsızlık ve yağma gibi bir kısım suçlarda yaygın şekilde başvurulan beyana dayalı bir delildir. Anılan suçlarda eylemin sabit olup olmadığı ya da suçun sanık tarafından işlenip işlenmediği hususu, çoğu zaman yalnızca mağdur veya tanık anlatımlarından hareket edilerek ulaşılan delillerle belirlenebilmektedir. Bu nedenle mağdur ya da tanık anlatımlarının doğruluğunun, elde edilen diğer tüm deliller değerlendirilerek her türlü şüpheden uzak şekilde ispatı gerekir. Teşhise dayalı olarak sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi için, teşhis işleminin kanuna ve usulüne uygun olarak her türlü şüpheyi ortadan kaldıracak biçimde gerçekleştirilmesi gereklidir. Uyuşmazlık konusu bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde; Olay tarihinde katılanın evine girilerek bir adet televizyon, video oynatıcı, hoparlör, hafıza kartı, uyku seti, yatak örtüsü takımı ile otuz çift çocuk çorabı çalındığı, televizyonun … isimli şahsa satıldığı, kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen araştırma ve mahkeme kararıyla adı geçen şahsın evinde yapılan aramada suça konu olan televizyonun bulunduğu, soruşturma aşamasında şüpheli, yargılama evresinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan …’nün aşamalarda çelişkili beyanlarda bulunduğu, kolluk görevlileri tarafından yalnızca sanığın fotoğrafı gösterilerek yapılan ve kanuna uygun olarak gerçekleştirilmediği hususunda herhangi bir tartışma bulunmayan teşhis işlemi esnasında suça konu televizyonu kendisine satan şahıslardan birisinin, fotoğraftaki şahıs olduğunu, söz konusu kişileri görmesi halinde teşhis edebileceğini, ancak isimlerini bilmediğini, kollukta; bir hafta önce akşamüzeri işten geldiği saatlerde evinin bulunduğu mahallede şahsen tanıdığı, adlarını bilmediği, ancak görmesi durumunda teşhis edebileceği iki kişinin, annelerinin hasta olması nedeniyle paraya ihtiyaçları olduğunu söylemeleri üzerine televizyonu pazarlık yaparak satın aldığını belirttiği, talimat duruşmasında ise önceki ifadelerinden farklı olarak; pazaryerinde halı ve kilim sattığı sırada sanığın yanına gelip satılık televizyonu bulunduğunu söylediğini, televizyona ihtiyacı olduğu için pazarlık sonucu satın aldığını, sanığı alışveriş yaparken gördüğünü, ancak daha önceden tanımadığını belirttiği anlaşılmaktadır. Görgü tanığı bulunmayan olayda, sanık aleyhine değerlendirilebilecek tek delil, suça konu televizyonun evinde bulunduğu tanığın beyanlarıdır. Olay mahallinde yapılan araştırma neticesinde sanığa ait parmak izi ya da başka bir emareye rastlanmamış, sanık tüm aşamalarda üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş, savunmalarının aksi her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ispatlanamamıştır. Tanık çelişkili beyanlarda bulunmuş, teşhis işlemi de; “Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir.” şeklindeki yasal düzenlemelere aykırı olarak, yalnızca sanığın, fotoğrafı gösterilmek suretiyle gerçekleştirilmiştir. Bu durum karşısında kanuna ve usulüne aykırı olarak yapılan teşhis işlemi ile kendisi de aynı suçların şüphelisi konumunda bulunan tanığın aşamalarda çelişkili ifadeleri dışında üzerine atılı suçları işlediğini ispatlar mahiyette, cezalandırılmasına yetecek, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı herhangi bir delil elde edilemeyen sanığın beraatı yerine cezalandırılmasına karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme mahkûmiyet hükmünün, üzerine atılı suçları işlediği hususunda, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmayan sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir. Çoğunluk Görüşüne Katılmayan Sekiz Genel Kurul Üyesi; “sanığın hırsızlık ve konut dokunulmazlığının ihlali suçlarını işlediği sabit bulunduğundan itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- …. Ceza Dairesinin … gün ve …-… sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- … Asliye Ceza Mahkemesinin … gün ve … sayılı mahkûmiyet hükmünün, atılı suçları işlediği hususunda, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmayan sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.05.2016 günü yapılan müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 24.05.2016tarihinde yapılan ikinci oturumda oyçokluğuyla karar verildi.
“Kadının beyanı esastır” ilkesi ve hukuk uygulamasındaki karşılığı
Saldırıya uğrayan kadınlar yaşadıklarını, bırakın yargıya taşımayı bir başkasına bile anlatmakta ciddi kaygılar taşımaktadırlar. Bu kaygılardan biri toplumun kendisi hakkında ne düşüneceği bir diğeri de, olay bazlı konuşmak gerekirse, mesleki olarak ileride sorun yaşayıp yaşamayacağına ilişkindir.
Yargıtay ve yerel mahkemeler; cinsel suçların ispatının zor olması yani suçun işlendiğini gösterir somut delil bulunamaması, bulunmasının zor olması sebebi ile failin cezasız kalmasının önüne geçmek istemektedir.
Cinsiyet eşitsizliğinin ağır olduğu toplumlarda, kadının cinsel şiddet başta olmak üzere bu suçların dile getirilmesinin hiç kolay olmadığı hepimizin malumudur.
Cinsel suçlar konusunda Yargıtay’ın görüşü büyük önem taşımaktadır. Yani delil bulunmayan, bulunması zor olan cinsel suçlarda (delilin varlığı halinde yaşanan suç zaten delille ispatlanacağından öylesi bir olayda mahkeme beyanı dikkate alacak ve aynı zamanda somut delillere itibar edecektir.) kadının beyanı, yargılamaya esas teşkil edecektir.
Şu da unutulmamalıdır ki masumiyet karinesine göre herkes yargı önünde, dava sonuçlanıncaya ve hatta cezası kesinleşinceye kadar masumdur.
Cinsel saldırı suçu kanuni tanımıyla cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal etme anlamına gelirken cinsel taciz bir kimseyi cinsel amaçlı olarak tehdit edici, rahatsızlık veren ve toplum tarafından tasvip edilmeyen davranışlarda bulunmayı ifade eder. Cinsel suçlar, özellikle de cinsel taciz suçu, doğası gereği, tanığı, delili ve fiziksel bulgusu olmayan, görünmez ve yaygın olan suçlardır.
Tanık ve delil yokluğu sebebiyle, iddianın ispat edilmediğinden bahisle, özellikle cinsel taciz suçlarında sıkça ya soruşturma aşamasında şüpheli hakkında takipsizlik (yani dava açılmasına yer olmadığına) veya yargılama sonunda sanıklar hakkında beraat kararı verildiği görülmektedir.
Bunun yanı sıra uygulamada kadınların sadece kadın olmalarından kaynaklı bazı tutum ve davranışları erkeği tahrik edici olarak algılanmakta, suçun faili erkek ise suça teşvik edilen olarak yorumlanmaktadır.
Ceza yargılamasında failin/sanığın suçlu olduğunu ispat yükü, iddia makamına aittir yani kişinin suçlu olduğunu savcılık iddia eder ve bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Zaten ceza muhakemesi büyük ölçüde bir ispat faaliyetidir.
Ceza muhakemesine ilişkin hukuki düzenlemelerin büyük bir kısmı da ispat faaliyetinin etkili organlarca ne şekilde yapılacağına ve buna nasıl karşı konulabileceğine ilişkin düzenlemeler içerir.5 Yüksek yargı mercii olan Yargıtay ilgili düzenlemeleri yorumlar ve uygularken bazen şüpheden sanığın yararlandığını bazen ise kadının beyanını esas almaktadır.
Yargıtay’ın istikrarlı uygulamasına göre suçun delili bulunmuyorsa ve mağdur kendisine yönelik eylemin gerçekleştiğini iddia ediyorsa, kişinin iftira atması için bir sebep bulunmuyorsa, mağdurun tüm aşamalardaki samimiyetinden şüpheye düşülecek bir tutarsızlık bulunmuyorsa beyana itibar edilmesi gerektiği yönündedir.
Ancak yine Yargıtay, delillerin beyandan ibaret olduğu durumlarda, mağdurun şikâyette geç kalması, fail ile mağdurun suçtan önceki iletişimi, mağdurun anlatımlarındaki çelişkiler, faille mağdurun ilişki geçmişi, beyanın hayatın olağan akışına uygun olup olmaması, mağdur ile fail arasında husumet bulunup bulunmaması, mağdurun direnme/yardım isteme imkânı olan hallerde bu imkânı kullanıp kullanmadığı gibi çokça kriterler kullandığı görülmektedir.
Yargıtay’ın bu kriterlere göre değerlendirme yapması bazı sorunları da beraberinde getirecektir. Örneğin mağdurun şikâyette geç kalması bazen şikâyet mercilerine ulaşamaması bazen o korku ve panikle harekete geçememesi yüzünden olabilir.
Yargıtay bu hususu dikkate almayarak mağdur sadece şikâyette geç kaldı diye sanığın beraat ettirilmesi yönünde görüş bildirmesi, kadının ikinci kez mağdur olmasına sebebiyet verecektir.
Sanık suçu kabul etmezse ne olur?
Masumiyet karinesi, soruşturma ve kovuşturma sürecinde sanığın lekelenmemesini teminat altına alır. Yargılama sürecinde masum kabul edilen şüpheli veya sanığın suçu kesin ve açık bir şekilde ispatlanmadığı takdirde “şüpheden sanık yararlanır ilkesi” gereği hakkında beraat kararı verilmelidir.
Sanık suçu kabul ederse ne olur?
Cezai yargılama sürecinde sanık üzerine atılı suçu işlediğini ikrar (bir başka deyişle kabul) ederse sanığın ikrarı suçun sanık tarafından işlendiğinin direkt olarak kabul edilmesi sonucunu doğurmayacaktır.
Hakim karar verirken ilk neye bakar?
Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşma sanığın dinlenmesi ve savunmasını yapması ile başlar. Bu duruşmada aynı zamanda şikâyetçi olan kişinin iddiaları da dinlenir. Duruşmada öncelikle sanık sorgulanır ve sanığın savunma yapmasına izin verilir.
Ceza hakimi savunmada, atılı suç ile sanık arasında bir bağlantı olup olmadığını, dosyadaki delillere ve deneyimlerine göre takdir eder.
Sanık ne zaman hapse girer?
Halk arasında “hapse girmek” şeklinde tabir edilen İnfazın Başlangıcı süreci şu şekildedir: Kesinleşen cezanın infazı, kararın kesinleştiği tarihten itibaren başlar. Örnek: Eğer bir mahkeme, sanığı 5 yıl hapis cezasına mahkum etmiş, bu karar da sanığını bilinen adresine (veya Tebligat Kanunu hükümlerine göre adresine) tebliğ edilip kesinleşmiştir. Bu durumda infaz süreci kesinleşme tarihinden itibaren başlayacaktır.
Yeterli delil yoksa ne olur?
Sanığın atılı suçtan mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği durumda, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiği sabit hale gelmemiş olur ve sanık hakkında beraat veya yaygın tabirle “delil yetersizliğinden beraat” kararı verilir.
Kesin delil olmadan ceza verilir mi?
Ceza mahkumiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir.
Kuvvetli delil nedir?
Yargıtay kararlarına göre “güçlü delil” kavramı takdiri delilden öteye gitmez. Yargıtay kararlarında somut olaya göre delillerin hâkimin değerlendirmesinde kanaatini ortaya koymasında vakıaları aydınlatmada “güçlü delilin” evla olduğuna işaret etmektedir.
Kesin delil nelerdir?
Ceza muhakemesinde delillerin serbestliği ilkesi geçerlidir. Buna göre, ceza muhakemesinde olayı temsil eden akla, mantığa, bilime ve hukuka uygun olan her şey delil olabilir.
Ceza muhakemesinde hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hakim hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır.
Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir (CGK-K.2014/268).
Geçmişte ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeye mecbur olan hakim, bunun için bugünden yararlanmalı ve dünü bugüne dayanarak öğrenmelidir. Bugünden kastedilen ise, bugün mevcut olan ve müşahade edilebilen şey, başka bir deyişle “delil”dir.
Maddi gerçeği arayan ceza muhakemesinde “delil serbestliği ilkesi” (vicdani delil sistemi) kabul edilmiştir.
Her şeyin her şeyle ispatlanabilmesi şeklinde de tanımlanan bu ilkeye göre, akla uygun (rasyonel), olayla ilgili (temsil edici) ve hukuka uygun elde edilmiş olmak kaydıyla, yargılama konusu olayla ilgili olarak hakimin vicdani kanaatinin oluşumuna elverişli her şey delil olabilecek, diğer ifadeyle, ceza muhakemesinde nelerin delil olabileceği ve delil diye ortaya konulanların delil olabilme (ispat) değeri hakim tarafından serbestçe takdir ve tayin edilebilecektir (CGK-K.2009/308).
Delillerin serbestliği ilkesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 217/2’de şu şekilde düzenlenmiştir : “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
Buna göre, ceza muhakemesinde iddianın her türlü delille ispatlanması mümkündür. Ancak, ispat için dayanılan delillerin hukuka uygun olması gerekir.
Mahkemece hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edilmesi gerekir. Hukuka aykırı deliller ispat vasıtası olarak kabul edilemez, hükme esas alınamaz (CMK m.206/2-a, m.217/2, m.230/1-b, CMK m.289/1-i, Anayasa m.38/6).
Vicdani Delil Sistemi Nedir?
Vicdani delil sistemi ile kast edilen, her şeyin delil olabilmesi serbestliği ve tüm delillerin yargıç tarafından serbestçe değerlendirilmesi halidir. Vicdani delil sistemi, hem her şeyin delil olabilmesini hem de delillerin takdirine ilişkin olup yargıcın elde edilen tüm delilleri birlikte serbestçe değerlendirerek ulaştığı vicdani kanıya göre karar vermesini ifade eder.
Vicdani delil sistemine göre, hakim tarafların ileri sürdüğü veya dosyada mevcut bir delil türüyle bağlı değildir. İstisnaen, duruşma tutanaklarının duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusunda tek delil olma özelliği vardır (CMK m.222).
Delilleri takdir ederken duruşma tutanağı dışındaki hiçbir delil yargıcı kesin bir şekilde bağlamaz.
Kanuni delil sistemi, hangi hususların hangi delille ispatlanacağının önceden kanunla belirlendiği sistemdir. Kanuni delil sistemi, nelerin delil olabileceğine ve yargıç tarafından delillerin değerlendirmesine sınırlamalar getirir. Bu nedenle çağdaş ceza muhakemesinde kanuni delil sistemi değil; her şeyin delil olabildiği ve delillerin hakim tarafından serbestçe değerlendirildiği vicdani delil sistemi kabul edilmiştir.
Vicdani delil sistemi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 217/1 maddesinde “Delilleri Takdir Yetkisi” başlığıyla şu şekilde düzenlenmiştir: “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.”
Ceza muhakemesi hukukunda vicdani delil sistemi benimsenmiştir. Bu sistemle ifade edilmek istenen hem delil serbestliği, hem de delillerin değerlendirilmesi serbestliğidir.
Ceza muhakemesinde “somut gerçek” arandığından, hakimi bu gerçeğe götürebilecek her şey delil olabilir. Ancak, hükme dayanak alınan delillerin gerçekçi, akılcı, olayı temsil edici, ispatlayıcı ve hukuka uygun bulunmaları gerekir (CGK-2012/14-1374 E. , 2013/431 K.).
Ceza muhakemesi, geçmişte yaşandığı iddia edilen bir olayın gerçekten meydana gelip gelmediğini, meydana gelmiş ise ne şekilde ve kim tarafından meydana getirildiğini ortaya çıkarmak ve bu olayın hukuk normları karşısındaki durumunu tespit etmek amacıyla yapılmaktadır.
Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik yürütülen temel faaliyete de ispat denilmektedir.
Maddi olay bakımından ispatın ölçütü, hâkimin/mahkemenin şüpheyi yenerek vicdani kanaate ulaşmasıdır.
Eğer bu şüphe yenilmezse ve dolayısıyla vicdani kanaate ulaşılmazsa, ihtimale, tahmine veya varsayıma dayanarak karar vermek mümkün olmadığından, şüpheden sanık yararlanır (in dubio pro reo) ilkesi devreye girmektedir.
Günümüz ceza muhakemesinde geçerli olan ispat sistemi, vicdani delil sistemidir.
Temel özelliği, her şeyin delil kabul edilmesi ve delillerin de serbestçe değerlendirilmesi olan vicdani delil sistemi; mahkûmiyet için tam bir inanış, başka bir deyişle suçluluk konusunda vicdani kanaat aradığından, esasen şüpheye dayalı cezalandırmayı yasaklamakta ve şüpheden sanık yararlanır ilkesine uygulama alanı yaratmaktadır (CGK-2017/601 E. , 2020/6 K.).





