Sigorta Davaları nedir?

35

Doğal afetler sonucunda oluşan sigorta alacak ve tazminat davaları

Tazminat: “Zarar karşılığı ödenen para, ödence” anlamına gelen, Arapça kökenli sözcüktür.

Hukuka aykırılık teşkil eden bir eylem veya işlem sonucunda maddi veya manevi olarak zarara uğrayan kişilerin, yaşadıkları zararın giderilmesi için sorumlulardan talep edeceği karşılığa tazminat denilmektedir.

Somut olayın gereklerine göre maddi veya manevi tazminat söz konusu olabilir. Tazminat, talep üzerine sorumlular tarafından zarara uğrananlara ödenebileceği gibi; sorumlular tarafından ödeme gerçekleştirilmesinden imtina edilmesi halinde mahkemeden talep edilebilir ve mahkeme tarafından hükme bağlanabilir.

587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’den sonra deprem ve diğer doğal afet risklerine karşı teminat sağlamak amacıyla DASK’ın işlevini ele alan kanun tasarıları hazırlanmıştır.

En nihayetinde ise 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu kabul edilmiştir. 18/08/2012 tarihinde yürürlüğe giren Afet Sigortaları Kanunu’nun 15. maddesi ile 25.11.1999 tarih ve 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortası’na (ZDS) dair Kanun Hükmünde Kararname yürürlükten kaldırılmıştır.

Dolayısıyla bugün itibariyle DASK’ın pozitif hukuktaki temelini 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu oluşturmaktadır.

6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu’nun DASK’ı tarif eden 3. maddesinde;

“(1) Bu Kanuna göre sunulacak sigorta ve reasürans teminatları, Bakanlık nezdinde kurulan kamu tüzel kişiliğini haiz Doğal Afet Sigortaları Kurumu tarafından verilir. Kurumun merkezi, teknik işleticinin idare merkezinin bulunduğu yerdir. Kurumun tescilli isim hakkı Müsteşarlığa aittir.

(2) Kurum ve gelirleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.

(3) Kurum ile bu Kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na tabi değildir.

(4) Kurumun taşınır ve taşınmaz varlıkları ile diğer hak, gelir ve alacakları haczedilemez, Kurum iflas yoluyla takip edilemez. Kurumun süresinde ödenmeyen sigorta primi alacakları, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

(5) Kurumun yıllık hesap, iş ve işlemleri ile harcamaları Müsteşarlık tarafından denetlenir. Müsteşarlık, Kurumun faaliyetlerine ve denetim sonuçlarına ilişkin olarak her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna bilgi verir.” denilmiştir.

Bu halde DASK’ı; “sosyal işlevi olan, kâr amacı gütmeyen, depremin ve depreme bağlı oluşan afetlerin devlete getirdiği mali yükü önemli ölçüde azaltmak amacıyla kurulan ve esas gelirlerini sigorta primleri ile bunlardan elde edilen mali gelirlerin oluşturduğu kamu tüzel kişiliğini haiz bir kurum” olarak tanımlamak mümkündür.

6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu’nun 3. maddesinin gerekçesindeki tanım da bu yöndedir. Yine 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu’nun genel gerekçesinde DASK’ın kuruluşu ve faaliyet amacı açıklanırken; Zorunlu deprem sigortası uygulaması ile, konut sahiplerine konutları ile ilgili olarak, Devletin bütçe imkanları ile ilişkili olmaksızın ve maddi kayıpları derhal telafi eden somut bir güvence temin edilmektedir.

Aynı zamanda, ödenen küçük miktardaki sigorta primleri yoluyla sosyal dayanışmanın gereği en iyi şekilde gerçekleştirilmiş olmakta, ülke çapında risk paylaşımı ve dayanışma sağlanmakta, yeterli iç kaynak birikimi sağlanıncaya kadar riskin belli bir kısmı reasürans yoluyla uluslararası piyasalara plase edilmekte, deprem nedeniyle Devlet bütçesi üzerinde oluşan mali yük azalacağından muhtemel ek vergiler önlenmiş olmaktadır.

Deprem gibi katastrofik riskler, çok büyük boyutlarda teminat sunumunu ve bunu karşılamak üzere büyük kaynak birikimini gerektirdiği için bu tür risklere karşı riske maruz ülkelerde, sigortacılık terminolojisinde “sigorta havuzu” adı verilen teşkilatlanmalara gidilmektedir. DASK, sigortacılıktaki bu anlayış esas alınarak kurulmuş bir kurumdur.

DASK’ın kendine özgü organizasyon yapısı, ülkemizde sık rastlanmayan kamu ve özel sektör iş birliğinin de en somut örneklerinden birini oluşturmaktadır.

DASK’ın, işlerinin yürütülmesi için fiziki bir yapılanmaya ihtiyacı yoktur ve yönetim kurulu dışında hiçbir personeli bulunmamaktadır.

Bunun yerine, etkinliğin artırılması ve maliyetlerin asgari düzeyde tutulması amacıyla tüm işlerini dışarıdan hizmet alımı şeklinde yürütmektedir” denilmiştir. Bu açıklamalar dikkate alındığında DASK’ın bir sigorta şirketi olduğu söylenemeyecektir.

Nitekim Sigortacılık Kanunu’nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (p) bendi hükmünde yer alan tanıma göre, sigorta şirketi, “Türkiye’de kurulmuş sigorta şirketi ile yurt dışında kurulmuş sigorta şirketinin Türkiye’deki teşkilâtını, ifade eder”.

Keza, “Türkiye’de faaliyet gösterecek sigorta şirketleri ile reasürans şirketlerinin anonim şirket veya kooperatif şeklinde kurulmuş olması şarttır” (SK m. 3/1)

Bununla birlikte, Yargıtay birçok kararında DASK’a yüklediği yükümlülüklerin hukuki gerekçesini TTK m. 18/2’de yer alan “basiretli tacir ilkesine” dayandırmaktadır.

Oysa bu gerekçe doğru bir gerekçe değildir. “… kamu tüzel kişileri …, bir ticari işletmeyi ister doğrudan doğruya ister kamu hukuku hükümlerine göre yönetilen ve işletilen bir tüzel kişi eliyle işletsinler, kendileri tacir sayılmazlar” (TTK m. 16/2).

Diğer taraftan DASK’ın bir ticari işletme işlettiği de söylenemez, çünkü kâr amacı güden bir kuruluş değildir (Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. (TTK m. 11/1)).

Dolayısıyla bu kanun hükümlerine rağmen, DASK hakkında Türk Ticaret Kanunu’nun 18. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması açık kanun hükmünün ihlalidir.

Sonuç olarak DASK, ticaret şirketi değildir, sigorta şirketi değildir, tacir değildir, bir kamu hukuku tüzel kişisidir.

Deprem nedeniyle tazminat, depremde zarar gören kişilerin kendi aralarındaki ilişkileri de yakından ilgilendirmektedir. Çünkü örneğin depremde yıkılan bir binanın maliki, kiracısına veya yoldan geçerken enkaz altında kalan bir 3. kişiye ya da onun ölümü halinde 3. kişinin ailesine karşı tazminat borçlusu olacakken; durumun gereklerine göre zorunlu deprem sigortası kurumu veya idare ya da müteahhitle olan ilişkisinde tazminat alacaklısı olabilmektedir.

Bu nedenle deprem, tazminat hukuku açısından depremden etkilenen tüm süjeleri ilgilendirmektedir.

Tazminat, bir çeşit zenginleşme aracı değildir. Meydana gelen zarar sonucunda ödenecek olan tazminat, zarara uğrayan kişi açısından zararın etkilerini ortadan kaldıracak nitelikte olacaktır.

Bu anlamda zarara uğrayan kişinin, tazminat yoluyla zararın öncesindeki mevcut durumuna nazaran zenginleşmesi gibi bir olasılık söz konusu değildir.

Halk arasında oldukça hatalı bir şekilde, yalnızca depremde yıkılan bina sahiplerinin can ve mal kayıplarının tazminata konu edilebileceği düşüncesi yaygındır.

Oysa deprem nedeniyle çeşitli kişi veya kurumlardan tazminat alınmasını sağlayabilecek nitelikte birçok zarar meydana gelmiş olabilir ve her somut olay, kendi içinde ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulmalıdır.

Deprem nedeniyle meydana gelebilecek olan bu zararların başında: Deprem nedeniyle kişinin maliki olduğu bir binanın yıkılması nedeniyle meydana gelen maddi zararlar, Deprem nedeniyle ölen kişinin yakınlarının, ölenin desteğinden yoksun kalmış olmalarından kaynaklı olarak meydana gelen zararlar(destekten yoksun kalma tazminatı, cenaze masrafları vb.),

Deprem nedeniyle yıkılan binanın etrafında bulunan motosiklet, araba vb. eşya maliklerinin zararları, Deprem nedeniyle yaralanan kişilerin uğradığı zararlar(hastane masrafları, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından kaynaklanan zararlar vb.),

Depremden etkilenen kişilerin yaşadığı psikolojik acı, elem, keder, ızdırap nedeniyle meydana gelen manevi zararlar, Elektrik direkleri, su boruları, otoyol ve tren rayları gibi altyapı ve lojistik hatlarda meydana gelen zararlar gibi çok çeşitli zarar türleri gelmektedir. Deprem nedeniyle birçok farklı zarar meydana gelebilecektir.

Bu nedenle deprem nedeniyle tazmini talep edilebilecek zararlar, yalnızca yukarıda saymış olduklarımızla sınırlı olarak kabul edilmemelidir ve yine yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmeli ve izlenecek yol ile yürütülecek olan hukuki strateji ustalıkla ele alınmalıdır.

Bu zararların her biri için farklı yöntem izlenilmesi gerekebilir. Örneğin binanın yıkılması sonucunda yapı maliklerinin uğradığı zararlara ilişkin olarak, DASK(Doğal Afet Sigortaları Kurumu) ZDS(Zorunlu Deprem Sigortası) poliçesinin mevcut olup olmadığı hususu dikkate alınır. Zorunlu deprem sigortası bulunun yapılara ilişkin olarak ilk iş DASK Zorunlu deprem sigortası poliçesine başvurmaktır.

Bu başvuru Alo 125, e-devlet ve DASK internet sitesi üzerinden kolaylıkla gerçekleştirilebilmektedir.

Ancak DASK zorunlu deprem sigortasının poliçe teminatı, aşağıda bahsedeceğimiz üzere genellikle depremzedelerin zararlarının tümünü çeşitli nedenlerle karşılayamamaktadır.

Bu halde kompleks hukuki problemler ortaya çıkmakta ve 3. kişiler ile kurumlar aleyhine dava açılması söz konusu olabilmektedir.

Bu nedenle bu tip hususların mutlaka alanında uzman bir avukat ile görüşülmesi tavsiye edilmektedir.

Özellikle makalemizin sonunda yer alan Yargıtay kararları incelenecek olursa, deprem nedeniyle tazminata hükmedilebilmesi için bazı spesifik unsurların ve özellikle sorumluların eylemleri veya eylemsizlikleri ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağının kurulması gerekecektir.

En ufak bir eksiklik, deprem nedeniyle zarara uğrayan depremzedelerin haklarını mahkeme yoluyla temin etmelerinin önüne geçebilecek nitelikte sonuçlar doğurabilir. Bu durumun en başında, deprem akabinde deprem bölgesinde gerçekleştirilecek olan enkaz kaldırma çalışmaları gelmektedir.

Dolayısıyla deprem nedeniyle herhangi bir zararın meydana gelmesi durumunda yapılması gereken ilk iş, delil tespitinin sağlanması ve delillerin hukuki güvence altına alınması olacaktır.

Aksi takdirde hak sahiplerinin hukuki yollarla haklarını aramaları veya sorumluların ceza hukuku anlamında cezalandırılması son derece güçleşecektir.

DASK Zorunlu Deprem Sigortasının Karşılayacağı Zararlar DASK, Doğal Afet Sigortaları Kurumu’nun kısaltmasıdır.

Doğal Afet Sigortaları Kurumu, zorunlu deprem sigortası uygulamalarının yapılması, yönetilmesi ve ülke genelinde yaygınlık kazanması amacıyla kurulmuş olan bir kamu kurumudur, özel hukuk tüzel kişisi niteliğinde olan bir şirket değildir.

DASK zorunlu deprem sigortası, deprem bölgesinde bulunan ülkemizde meydana gelmesi olası depremler nedeniyle meydana gelecek olan zarar riskinin, dolaylı olarak tüm ülke tarafından paylaşılmasını sağlamaktadır.

Zorunlu deprem sigortası, deprem nedeniyle meydana gelebilecek olan her türlü zarar kalemini karşılamaz.

Ayrıca zorunlu deprem sigortası poliçesinde belirtilmiş olan limitin üzerindeki zararlar da zorunlu deprem sigortası tarafından karşılanmayacaktır.

Ek olarak, zorunlu deprem sigortasının yalnızca ev sahibinin zararlarını karşılayacağı da unutulmamalıdır. Üçüncü kişiler ile kiracıların zorunlu deprem sigortasından ödeme almaları mümkün değildir.

Zorunlu deprem sigortası, binanın tamamen yıkılması ya da kısmen zarar görmüş olması nedeniyle meydana gelen zararları teminat altına almaktadır.

Ayrıca aşağıda yer alan bina bölümleri, bir arada ya da ayrı ayrı teminat kapsamında tutulmuştur:

  • Temeller
  • Ana duvarlar
  • Bağımsız bölümleri ayıran ortak duvarlar
  • Bahçe duvarları
  • İstinat duvarları
  • Tavan ve tabanlar
  • Merdivenler
  • Asansörler
  • Sahanlıklar
  • Koridorlar
  • Çatılar
  • Bacalar
  • Yapının yukarıdakilerle benzer nitelikteki tamamlayıcı bölümleri

Zorunlu Deprem Sigortasının Karşılamadığı Zararlar ile Azami Teminat Limiti

DASK zorunlu deprem sigortası, deprem nedeniyle meydana gelen her türlü zarar kalemini karşılamamaktadır.

Aşağıdaki zararlar, DASK zorunlu deprem sigortasının teminat kapsamı dışındadır:

  • Depremden bağımsız olarak, binanın kendi kusurlu yapısı nedeniyle meydana gelen zararlar(müteahhit, yapı denetim şirketi ve yapıya ilişkin olarak yapı kullanma izin ruhsatı veren idareye yöneltilmelidir)
  • Deprem nedeniyle meydana gelen enkazın kaldırılması için gerekli masraflar Depremzedelerin yaşadıkları kar kaybı, kazanç kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgah ve işyeri masrafları
  • Mali sorumluluklar ve benzeri başkaca ileri sürülebilecek diğer bütün dolaylı zararlar(Yapı malikinin üçüncü kişilere karşı sorumluluğundan doğan zararlar)
  • Her türlü taşınır mal, eşya ve benzerleri ile ölüm ve yaralanmadan kaynaklanan her türlü zarar(destekten yoksun kalma, hastane masrafları vb. gibi)
  • Manevi tazminat talepleri
  • Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, tsunami veya yer kayması haricindeki hasarlar

Bu tür kayıplara istinaden özel firmalarla anlaşmak suretiyle ihtiyari sigorta poliçeleri imzalayabilirler.

Ancak bu tip zararlar, DASK zorunlu deprem sigortası kapsamının dışındadır.

Ayrıca, uygulamada DASK zorunlu deprem sigortasının karşılayacağı azami tutar, DASK tarafından her yıl inşaat maliyetlerindeki artışa göre belirlenmektedir ve 25 Kasım 2022 tarihinden itibaren 640.000(altıyüzkırkbin) Türk Lirası olarak belirlenmiştir.

Bununla birlikte DASK’ın, sigorta poliçelerine ilişkin talepte bulunan kişilere, belediye rayiçleri üzerinden ödeme yapma tercihinde bulunduğu ve taşınmazlara ilişkin belediye rayiçlerinin de deprem nedeniyle zarar gören yapıların gerçek bedellerinden çok düşük kaldığı yaygın olarak bilinen bir gerçektir.

Bu nedenle sürecin alanında uzman bir avukat yardımıyla yürütülmesi, depremzede vatandaşların faydasına olacaktır.

Zorunlu Deprem Sigortasından Kaynaklanan Taleplerde Zamanaşımı

Zorunlu deprem sigortasından doğan bütün taleplere ilişkin olarak zamanaşımı, sözleşmenin sona ereceği tarihten itibaren iki yıldır.

Bu husus, Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartlarının “C.7” maddesi hükmünde, açık bir şekilde düzenlenmiştir. Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları C.7 Maddesine Göre: “Sigorta sözleşmesinden doğan bütün talepler, sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda zaman aşımına uğrar.”

Madde hükmünde yoruma gerek olmaksızın, son derece açıkça görüldüğü üzere DASK zorunlu deprem sigortasından kaynaklı olarak ileri sürülecek olan talepler, olayın gerçekleşmesi akabinde değil, sigorta sözleşmesinin sona erme tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresine tabiidir. Bu ayrım, makalemizin sonunda, emsal kararlar arasında yer alan, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/3780 E., 2019/5480 K. sayılı kararında görüldüğü üzere, Yargıtay tarafından da aynı şekilde vurgulanmaktadır.

Deprem Nedeniyle Tazminat Davası

Deprem nedeniyle birçok farklı kişinin, birçok farklı tazminat yükümlüsüne karşı dava açabilmesi mümkündür. Bu durum, her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulmalıdır. Deprem nedeniyle tazminata hükmedilebilmesi için, uygun illiyet bağı, zarar, kusur(kusursuz sorumluluk halleri hariç olmak üzere) gibi tazminata ilişkin tüm şartların mevcut olması gerekmektedir.

Yargıtay kararlarında da görülebileceği üzere, kişilerin depremzede olmalarının toplumda yarattığı duygusal etkiler, yargılama sürecini hiçbir surette etkilememekte ve usulüne uygun bir şekilde ispatlanmamış olan hususlara ilişkin olarak ne müteahhit(yüklenici) ne de sigorta kuruluşları aleyhine hüküm kurulmamaktadır.

Bu nedenle depremden kaynaklanan tazminat davalarının son derece dikkatli ve ustalıkla yürütülmesi gerekmektedir.

Deprem Nedeniyle Kimler Tazminat Talep Edebilir?

Sanılanın aksine, deprem nedeniyle zarara uğrayan ve tazminat talep edebilecek olan tek tazminat alacaklısı, DASK zorunlu deprem sigortası poliçesine ilişkin olarak talepte bulunabilecek olan yapı maliki değildir.

Deprem nedeniyle zarara uğrayan herkesin zararı, uygun illiyet bağı ve kusurlu/kusursuz sorumluluk ilişkileri ile diğer tazminat şartları da dikkate alınmak suretiyle tazminat davasına konu edilebilir. Örneğin kiracı, kiraya veren malike karşı dava açabilir; aynı şekilde depremde yıkılan bina nedeniyle aracı zarar gören araç maliki de bina malikine karşı tazminat talebinde bulunabilir.

Binayı gizli ayıplı olarak imal ettiği açığa çıkan müteahhite yönelik tazminat isteminde bulunulabileceği gibi, tadilat vb. nedenlerle binanın ana kolon ve kirişlerinde hasara neden olan ve bu şekilde binayı zayıflatan komşulara da tazminat davası açılabilecektir.

Deprem Sonucunda Ölüm Meydana Gelmiş Olması Halinde Mirasçıların Yapması Gerekenler

Deprem nedeniyle yakınlarını kaybeden ve Türk Medeni Kanunumuzda yer alan zümre sistemi uyarınca ölenin mirasçısı olan kişiler, sorumlulara ilişkin olarak tazminat talebinde bulunabilmek için hukuken mirasçı olduklarını ispatlamak durumundadırlar.

Bu nedenle Sulh Hukuk Mahkemesi veya Noterliklere başvuru yapılarak mirasçılık belgesi ya da diğer adıyla veraset ilamının alınması gerekmektedir.

Veraset ilamının alınması için en kolay ve hızlı yöntem, noterliğe başvurarak mirasçılık belgesi almaktır.

Ancak çeşitli durumlarda noterlikler tarafından veraset ilamının verilemeyeceği bildirilir ve ilgililer Sulh Hukuk Mahkemesine yönlendirilir.

Mirasçılık belgesinde herhangi bir hata bulunması halinde, mirasçılık belgesinin iptali davası ya da diğer adıyla veraset ilamının iptali davası açılmalı ve hatanın düzeltilmesi mahkemeden talep edilmelidir.

Gerçek duruma ve hukuka uygun mirasçılık belgesini edinen mirasçılar, artık veraset ilamını göstermek suretiyle mirasçısı oldukları kişilere dair miras hukukundan doğan haklarını 3. kişilere karşı ileri sürebilirler.

Bununla birlikte, ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunabilmeleri için, aynı zamanda ölenin mirasçısı olmaları gerekmez.

Ölenin kendilerine olan desteğinin varlığını ispatlamaları yeterli olacaktır.

Deprem Nedeniyle Tazminat Yükümlüsü Kimdir?

Tazminat yükümlüsü, zarara uğrayan kişinin zararını karşılamakla sorumlu olan kişidir. Deprem nedeniyle tazminat yükümlüsü olan kişi ve kurumların yükümlülüğü:

Yaşanan depremin merkez üssüne, şiddetine, yarattığı zararlara, öngörülebilirlik durumuna, somut olarak talepte bulunan depremzedenin yaşadığı manevi ızdıraba ve maddi kayıplara, illiyet bağını ortadan kaldıran sebeplerin bulunup bulunmamasına, kusur sorumluluğu öngörülen haller açısından kusurluluk durumuna göre değişiklik gösterebilmektedir.

a) Deprem Nedeniyle Devletin ve İdarenin Tazminat Yükümlülüğü

Depremden kaynaklı olarak idarenin sorumluluğunu doğuran çok çeşitli durumlar söz konusu olabilir. Örneğin binaya ilişkin olarak riskli yapı tespit raporu düzenlenmiş olmasına rağmen yıkım ve tahliye süreci yürütülmemiş olabilir.

İmar Kanunumuza ve deprem mevzuatına göre inşaat ve iskan ruhsatı(yapı kullanma izin belgesi) verilmemesi gereken yapılara izin veren, göz yuman, bu yapıların tespiti halinde riskli alan veya riskli yapı tespiti akabinde gerçekleştirilmesi gerekli olan süreci gerçekleştirmeyen idarenin hizmet kusurunun mevcut olduğu ileri sürülebilir.

Bu anlamda belediyelere, valiliklere ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına husumet yöneltilerek idari yargı nezdinde tam yargı davası açılabilir.

Doktrinde bazı yazarlar, özellikle Ahmet Mithat Kılıçoğlu hocamız, imar affı nedeniyle de devletin sorumlu olacağını belirtmektedir.

İmar affı, imara aykırı yapılara ilişkin olarak 3194 sayılı İmar Kanunumuzun, geçici 16. maddesinin 1. fıkrası uyarınca madde hükmünde belirtilen şartları sağlayan yapılar hakkında yapı kayıt belgesi düzenlenerek, esasen imara ve hukuka aykırı olan yapıların hukukileştirilmesi şeklinde kısaca özetlenebilir.

Ancak bu durum doktrinde tartışmalı olduğu gibi, yargısal içtihatlarda da devletin imar affından kaynaklı olarak sorumlu olacağına ilişkin herhangi bir emsal karar, tarafımızca tespit edilememiştir.

Devletin, Türk Borçlar Kanunumuzun 69. maddesinden kaynaklı kusursuz sorumluluğu, zarara uğrayanlar açısından öncelik arz etmektedir. Dolayısıyla kanaatimizce, öncelikle meydana gelen zararın TBK 69. madde uyarınca yapı malikinden karşılanmasının denenmesi, bu şekilde sonuç alınamaması halinde ise devletin sorumluluğuna gidilmesi gerekmektedir.

b) Deprem Nedeniyle Müteahhit, Yapı Denetim Kuruluşu ve Diğer İlgililerin Tazminat Yükümlülüğü

İnşa edilecek olan bir yapının projesi imara uygun olsa dahi, projenin zemine uygulanması, yani fiilen inşaat faaliyetinin yürütülmesi esnasında projeye ve imara aykırı olarak imalat gerçekleştirilmiş olabilir.

Bu durumda müteahhit yani yüklenicinin sorumluluğuna gidilebilmektedir. Bu halde yüklenicinin sorumluluğunun belirlenmesinde yüklenici ile arsa sahibi arasındaki sözleşme de dikkate alınmalıdır.

Yüklenici, arsa sahipleri ile isimsiz bir sözleşme türü olan kat karşılığı inşaat sözleşmesi akdetmiş olabilir ya da götürü usulü anlaşmış ve ücreti mukabilinde Türk Borçlar Kanunumuzun 470. maddesi ile devamında düzenlenmiş olan eser sözleşmesi akdetmiş olabilir.

Yüklenici, sözleşme ile belirlenen eksik ve ayıplı ifa bedeli gibi cezai şartlara katlanmak durumundadır.

Dolayısıyla yüklenicinin sorumluluğu, her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulmalıdır.

Ayrıca yüklenicinin kusurlu, eksik ve ayıplı imalatı sebebiyle meydana gelen ölüm ve yaralanmalardan dolayı da tazminat ödemesi gerekecektir. Yüklenicinin kusuru, diğer kişi ve kurumların kusurluluğunu ve illiyet bağını etkileyebilir, dolayısıyla 3. kişilerin tazminat yükümlülüğünü ortadan kaldırabilir.

Müteahhitin kusurlu olduğunun tespiti için mutlaka karot testi örnekleri alınmalı, malzeme kalitesi ile eğer malzemeler kaliteliyse bu malzemelerin uygulanma usulü dikkatle incelenmelidir. 

4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/1. Maddesine Göre: “Bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fennî mesuliyeti ilgili idareye karşı üstlenir.”

İdarenin yapı denetimi işinin imar ve deprem mevzuatına uygun olacak bir şekilde layığıyla yerine getirememesi halinde tam yargı davası sonucunda vatandaşlara tazminat ödemesi durumunda, bu yapılan ödemeler ilgili idare tarafından yapı denetim şirketine rücu edilebilir.

Uygulamada bazı yazarların, yapı denetim şirketlerinin de müteahhitlerle birlikte ve müteselsilen yapı maliklerine karşı sorumlu olacağı yönünde görüş bildirdiği görülmektedir.

Bu durumun temel sebebinin, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/2. maddesinde yer alan düzenleme olduğu kanaatindeyiz. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/2. Maddesine Göre: “Yapı denetim kuruluşları öncelikle risk bazlı denetim yapar. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise iki yıldır.”

c) Deprem Nedeniyle Yapı Malikinin Tazminat Yükümlülüğü

Deprem nedeniyle yapı maliki, yıkılan yapıyı kiracı olarak kullanan kişiye veya yapının yıkılması sonucunda zarar gören başkaca üçüncü kişilere karşı sorumlu tutulabilir. Türk Borçlar Kanunumuzun 69. maddesi, yapı maliki ile intifa ve oturma hakkı sahiplerinin sorumluluğunu düzenlemektedir. Bununla birlikte zarara uğrayan ile bina ve yapı maliki arasında kira sözleşmesi vb. bir sözleşme ilişkisi bulunuyorsa, TBK 69. maddenin yanında bu sözleşme hükümleri de dikkate alınacaktır.

Türk Borçlar Kanunumuzun 69. Maddesine Göre: “Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür.

İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar.

Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır.” Madde hükmü gereğince deprem nedeniyle yıkılan binalar ile diğer yapıların malikleri, yıkılan bina veya diğer yapılardan dolayı zarar gören kişilerin zararlarını gidermek durumundadır.

Yapı maliklerine kanun ile yüklenen bu tazminat yükümlülüğü, kusursuz bir sorumluluk tipidir.

Bu nedenle yapı malikinin kusurlu olmadığını iddia etmek suretiyle zararı gidermeyi reddetmesi mümkün değildir. Ancak illiyet bağını kesen herhangi bir sebep mevcutsa, bu sebebin de değerlendirmeye tabii tutulması gerekir, bu anlamda 3. kişinin ağır kusurluluğunun mevcut olması halinde bu durumun hukuka uygun delillerle tespit edilmesi lazımdır.

Yapı malikinin bu sorumluluğu, kusursuz sorumluluk olup, daha sonra yapı maliki tarafından binanın depremde yıkılmasının esas sorumlusu olan müteahhit, idare vb. üçüncü kişi ve kurumlara rücu edilebilir.

Trafik kazaları sonucunda maddi ve manevi tazminat davalarıdır

Trafik kazası, Karayolları Trafik Kanununda (KTK) karayolu üzerinde hareket halinde olan bir veya birden fazla aracın karıştığı ölüm, yaralanma ve zararla sonuçlanmış olan olay şeklinde tanımlanmıştır.

Buradan hareketle trafik kazalarını neticelerine göre üç ayrı başlık altında inceleyebiliriz:

  • Ölümle sonuçlanan,
  • Yaralanmayla sonuçlanan,
  • Zararla sonuçlanan trafik kazaları.

Bir kişi kasten, ihmal ederek, tedbirsiz davranarak bir başkasını zarara uğratırsa tazmin borcu doğar. Kişiler uğradıkları zararların giderilmesini tazminat davaları ile talep ederler. ​

Hangi zararlar istenebilir?

Trafik kazası nedeniyle tazminat davasının hukuki dayanağı, yukarıda bahsettiğimiz gibi, trafik kazasının bir haksız fiil sorumluluğu doğurmasıdır.

Konumuzla bağdaştırırsak, ölümle sonuçlanan trafik kazalarında, ölen kişinin destek verdiği bireyler, kişinin vereceği destekten mahrum kaldıkları için destekten yoksun kalma tazminatı, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri, cenaze ve defin masrafları, ölenin yakınları yaşadıkları elem, üzüntü ve ızdırap neticesinde manevi tazminat talep edebilirler.

‘Destek verdiği bireyler’ kısmında belirtmemiz gereken nokta, ölen evliyse eşi ve çocuklarına, bekar ise anne ve babasına destek verdiği karine olarak kabul edilir. Yani, bu kişilerin ölenin desteğinden yararlandıklarını ispat etmelerine gerek yoktur.

Ölenin nişanlısı, halası, teyzesi vb. gibi herhangi bir yakınının trafik kazası nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilmesi için ölen kişiden yaşarken destek aldığını ispatlaması gerekir.

Yaralanma meydana geldiyse, kişi, yaralanması sebebiyle çalışamadığı ve kazançtan yoksun kaldığı için uğranılan kazanç kaybının tazminini, her türlü tedavi masrafını talep edebilecek; eğer sakatlık oluştuysa, çalışma gücünün azalmasından veya yitirilmesinden doğan zararların tazminini isteyebilecektir.

Bunların yanında manevi tazminat talebinde de bulunabilecektir. ​ Yaralanan kişinin yakınları hiçbir şekilde maddi tazminat talebinde bulunamazlar.

Ancak, yaralanan kişi ağır bedensel bir yaralanma veya uzuv kaybına maruz kalmışsa bu halde yaralanan kişinin yakınları manevi tazminat talebinde bulunabilirler.

Yargıtay uygulamasında “ağır bedensel yaralanma”, yaralanan kişinin uzuv kaybı yaşaması veya hayati fonksiyonlarını yerine getirememesi olarak kabul edilmektedir. Sadece zararla neticelenen trafik kazalarında ise maddi zararların tazmini, araçtaki değer kaybının tazmini ve manevi tazminat talep edilebilir. ​

Tazminatın hesaplanmasında zararların tam olarak tespit edilmesi çok önemlidir, hasarlar tam olarak ispat edilemezse daha düşük tazminat miktarlarıyla karşılaşılacaktır.

Özellikle manevi tazminat soyut bir kavram olduğundan mağdurun uğramış olduğu zararların net ve çok iyi bir şekilde, delilleriyle birlikte ortaya konulması gerekmektedir. Sürecin avukatlar aracılığı ile sürdürülmesi sürecin hatasız şekilde işlemesini sağlayacaktır. ​

Kimler tazminat davası açabilir? ​

Trafik kazası mağduru hayatta ise bizzat kendisi maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Mağdur vefat etmiş ise onun vefatı ile maddi ve manevi zarar gören yakınları, annesi, babası, eşi, çocukları, kardeşleri, nişanlısı, bakım ve desteği altındaki kişiler maddi ve manevi zararlarının tazmini için dava açma hakkına sahiptirler. (Destekten yoksun kalma tazminatı için yapılan ayrımı yukarıda belirtmiştik.)

Mağdur ölmeden evvel tazminat davası açtıysa yine bu kişiler davaya devam edebilirler. ​

Trafik kazası nedeniyle tazminat davasını kimlere karşı açabilirim? ​

Trafik kazası bir haksız fiil sorumluluğu doğurmaktadır yani haksız fiil olarak kabul edilmektedir.

Bu nedenle maddi ve manevi tazminat davası haksız fiil sorumlularına karşı açılır.

Ancak, trafik kazalarında haksız fiili bizzat işleyenler dışında da tazminat sorumluları vardır. Yazımızın amacı sigorta şirketlerine dava açma hakkında bilgi vermek olsa da, kimlere karşı dava açılabileceğinin bilgisini vermeyi gerekli gördük.

Aracın sürücüsü, aracın sahibi ve aracın işletenine karşı maddi manevi tazminat davası açılabilir. ​

Sadece sigortacıya dava açabilir miyim? ​

Kaza nedeniyle mağdur olan kişiler çeşitli nedenlerden dolayı araç sürücüsüne karşı dava açmak istemeyebilir. Bu durumda araç sürücüsüne dava açmadan, sadece sigorta şirketine dava açmak suretiyle meydana gelen zarar tazmin edilebilir.

Karayolları Trafik Kanunu Madde 97 “Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya dava da açabilir.” hükmünü içermektedir. ​

“Trafik kazasına karışan aracın Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası (Trafik Sigortası) veya poliçe kapsamına göre İhtiyari Mali Mesuliyet Sigortası (Kasko Sigortası) hangi sigorta şirketi tarafından yapılmışsa, o sigorta şirketi de ölüm, yaralama veya diğer zararlardan sorumludur.” ​

Bu maddede yazan sigortaları inceleyerek, zarara uğrayanın, karşısında muhatap bulamadığı hallerde ne yapacağı konusuna bakalım. ​

Zorunlu Mali sorumluluk sigortası, sigorta ettirenin, 3. kişilere verdiği zararı karşılamak üzere oluşturulmuş, araç sahibi olan ve trafiğe çıkan herkesin yaptırması gereken zorunlu bir sigorta türüdür.

Zorunlu mali sorumluluk sigortası yaptırmayan araçların trafiğe çıkması yasaktır. Bu trafik sigortası işletenin 3. kişilere verdiği zararları karşılamaktadır.

Araçta bulunan kazaya sebebiyet veren şoför hariç yolcular da üçüncü kişi olduğundan, sigorta şirketine dava açabilirler. İşletenin kendisine gelen zararlar sigorta kapsamı dışındadır. ​

Sigortalı aracın tek taraflı maddi hasarlı bir kaza yaptığı örneğini ele alırsak, burada sigortalıya ait araç 3. bir kişiye zarar vermediği için, bu araçtaki maddi zarar sigorta kapsamı dışındadır.

Zorunlu Trafik sigortasında; sigortacının(sigorta şirketinin) sorumluluğu limitle sınırlıdır. Diğer bir deyişle, limitin üzerindeki zarardan sorumlu değildir. ​

Araç sürücüsünün zarar görmesi halinde (mesela ölümü) sigorta şirketinden tazminat talep edilebilecektir.

Ancak araç sahibi ile sürücü aynı kişi ise veya sürücü kusurlu ise sigortadan faydalanamaz. ​

Diğer bir sigorta türü: İhtiyari Mali Mesuliyet Sigortası (Kasko Sigortası)

Bu sigorta poliçesinin özelliği, sigorta tazminatının zorunlu mali mesuliyet sigortası için öngörülen limitlerin üzerinde tespit edilmesidir.

Motorlu araç işleteni, zorunlu sigortasını yaptırdıktan sonra dilediği tutarda ihtiyari mali mesuliyet sigortası yaptırabilir.

İhtiyari mali mesuliyet sigortasına müracaat edebilmek için zararın mecburi mali mesuliyet sigortası limitleri üzerinde olması gerekir.

Zorunlu mali mesuliyet sigortasında olduğu gibi, sorumluluğu azaltan ya da kaldıran sözleşme hükümlerinin 3. kişilere karşı etkisi olmayacağı, zarar görenin doğrudan müracaat ederek ya da dava açarak sigorta şirketinden zararını isteyebilir.

İhtiyari mali mesuliyet sigortası kapsamına giren zararın sigortaca ödenebilmesi için öncelikle mecburi mali mesuliyet sigortasına müracaat edilmiş ve mecburi mali mesuliyet sigortası limitleri içindeki zararın ödenmiş olması ve zarar miktarının mecburi mali mesuliyet sigortası poliçesinde belirtilen limitler üzerinde olduğunun sübut olması gerekir. ​ Zarara uğrayanın, karşısında muhatap bulamadığı hallerde zararını sineye çekmesi hukuka uygun değildir.

Bu nedenle zarar gören 3. kişilerin başvurabileceği Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı (Garanti Fonu) vardır.

Zorunlu mali mesuliyet sigortasına tabi olması gereken, ancak sigorta yaptırmamış ya da plakası tespit edilememiş bir aracın verdiği zararlarda, sigortayı yapmış sigorta şirketinin mali bünye zafiyeti nedeniyle sürekli olarak bütün branşlarda ruhsatlarının iptal edilmesi ya da iflası halinde zararı ödenmeyen kimselerin; kişiye ya da mala gelen zararları işletenin sorumluluğu kurallarına göre zorunlu sigorta tazminat limitleri dâhilinde garanti fonu kapsamına alınmıştır.

Fon, Türkiye Sigorta ve reasürans şirketleri birliğine bağlıdır. ​

Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı(Garanti Fonu) karşıladığı zararlar ve şartları;

a-Kaza yapan aracın tespit edilememiş olması halinde; kişiye gelen bedensel zararlar, ölüm halinde destek zararı, yaralanma halinde tedavi giderleri

b-Motorlu aracın sigorta yaptırmamış olması halinde; kişiye gelen bedensel zararlar, ölüm halinde destek zararı, yaralanma halinde tedavi giderleri

c- Sigortayı yapmış sigorta şirketinin mali bünye zafiyeti nedeniyle sürekli olarak bütün branşlarda ruhsatlarının iptal edilmesi ya da iflası halinde; bu durumda hem mala hem de bedensel zarara ilişkin zararlar ödenir.

d-Çalınmış ya da gaspedilmiş aracın kazaya neden olması halinde; KTK 107. maddede öngörülmüş durumlarda (kişiye gelen zararlar) burada garanti fonunun zararı karşılaması için araç sahibinin aracın çalınmasında veya gaspedilmesinde hiçbir kusurunun bulunmaması şartı aranmaktadır.

Araç sahibi kusurlu ise garanti fonu sorumlu olmaz. Aracın zorunlu mali mesuliyet sigortasını yapan sigorta şirketi sorumludur. ​

Sigorta şirketi tazminatı kaç günde ödeyecek? ​

Tazminat ve giderlerin ödenmesi (m.99):

Sigorta şirketi, hak sahibinin kaza ve zarara ilişkin tespit tutanağını veya bilirkişi raporunu, sigortacının merkez veya kuruluşlarından birine ilettiği tarihten itibaren poliçede belirlenen sınırlar dahilinde kalan miktarı 8 (sekiz) iş günü içinde ödemek zorundadır. ​

Sigortaca yapılacak ödeme mahiyeti; sigorta şirketinin zarar görene yapacağı ödeme maktu bir ödeme değildir.

Zarar görenin gerçek zararı sigorta şirketince ödenecektir. Ancak yapılacak ödeme de, sigorta poliçesinde belirlenen limitle, sınırlı olup, sigorta şirketi limitin üzerinde ödeme yapmayacaktır. ​

Sigortacıya (Sigorta şirketine) karşı Tazminat davasında Zamanaşımı süresi nedir?

a-Zarar görenin sigortaya başvurması durumunda; Karayolları Trafik Kanununda sigortacıya karşı açılacak davalarda zamanaşımı konusunda özel bir açıklama yoktur. Bu durumda 2 ve 10 yıllık zamanaşımı süreleri burada da uygulanır. Yani zarar görenin, zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak 2 yıllık zamanaşımı süresi vardır. Zarara uğrayan, faili ve zararı daha geç öğrense bile her halükarda fiilin işlenmesinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi söz konusudur. Örneğin, 01.01.2020 tarihinde gerçekleşen ölümlü bir trafik kazasında; ölenin yakınları ölüme neden olan fiilden haberdar olmalarına rağmen, faili 01.09.2021 tarihinde öğrendiklerinde, dava zamanaşımı süresi bu tarihten başlayarak 01.09.2023 yılında sona erecektir. Zarara uğrayanlar veya ölenin desteğinden yoksun kalanlar 01.09.2023 tarihinden sonra ölümlü trafik kazası nedeniyle tazminat davası açamayacaktır.

b-Sigortalının sigortacıya (sigorta şirketine) başvurması durumunda; sigortalı ile sigortacı arasındaki sözleşmeden kaynaklanan taleplerde zamanaşımı süresi 2 yıldır. ​ Trafik kazasında sigortacıya karşı açılacak tazminat davasında yetkili ve görevli mahkeme neresidir? ​ Trafik kazalarından doğan hukuki sorumluluğa ilişkin davalarda; sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer ile kazanın meydana geldiği yer mahkemesinde açılabilir. Görevli mahkeme ise, sigorta şirketinin sorumluluğu ticari bir işten kaynaklandığı için, Asliye Ticaret Mahkemesi görevlidir.